Monday, March 19, 2012

Ezgiler



Nerede, nasılı belli olmayan bir son
nerede nasılı belli olan bir başlangıcım ben.
hem kaçılır korkulur
hem eşikte merakla beklenilir
hem karakare
hem ak duvaklı
sevdayım ben

korku kaçış boşuna
krallar eğilmiş önümde
babil bahçelerinde
dikene durmuş gülüm ben..

her çığlık
benimle yıkanır
sessizlik kulelerinde

görünmez olur çıkarım
en son karesinde..

dedi ve durdu karakedi

gramafon zamanıydı, savaşın külleri arasından sıyrılmış hafız burhan zamanıydı..
ziftin üzerinde kırkbeşlik edayla çalkalanan..
rakı sofrasında buzun çözülme sancılarını duyulduğu, yarı irkiliş ve sessizliği hafızla bütünleştirme anıydı..
pir kulak kesilmiştik..
pirinç kollu sahibinin sesine..
savaş durmuş, karneli açlık hükmünü sürdürüyordu.
sokak araları oldukca dardı.
evsiz kedilere barınak olmuştu kırlangıç saçak araları..

Karagözleri karelendi karakedinin..
uzağa doğru bakışına eklendi bir yanık türkü gibi ah çekişler anıları çağırdı..
İhtiyarların mühürlerini taşıyan savaşlarda
en çok ve çabuk çocuklar ölür dedi;
açlık ve soğuktan..
donmadan ölenleri bulur ince hastalık, tifo, kolera..
sonra kadınlar ölür; emzikte çocuklarına sağalmamış memeleriyle..

Kardeşim vardı benim, aynı ana rahminde misafir kalmış,
benden küçük olmasını kıskandığım..
kardeşim vardı benim..
tombul ellerini maşayla yaktığım.
deri kokusunu bilirmisin sen yanık.
tüysüz deri kokusunu bilirmisin sen kavruk..
hala burnumu sızlatan...
Küçüktüm'lü cümleler sağalmıyor acımı..
cezamı kendime vermekliğimde indirmiyor gözkapaklarımı..
her uyku başlangıcında kabusla öpüşüyor düşlerim..

Mavi, hatta çakır gözlüydü..
sapsarıydı tüyleri..
bir sabah sesi kesildi, öksürükten..
alıcı kuşlar aldı götürdü..
dedi ve sustu..
boğmaca boğdu bebeğimi..
boğmacalar, nedeni bilinmeyen ani sancılar erken ölümlere uydurulmuş heceydi.
erkendi çok erken bulmuştu onu ölüm...
ayrılmak acısı çekenlere giydirilen deli gömlekleri
sırtımda parçalandıkca bir yenisi eklenmekte..
Aldılar oyuncağımı, yarına umudumu elimden..
onun minik bedeni sela sela cami cami minare minare ruhlaştı..
sonsuza ulaştı..

aynı an
bilmem hangi sınırların sinir uçlarına takılı kalmış
çocuk iskeletleri konuştu rüzgarın notalarıyla tınlayan
akbabalar bekleşmeyi bitirmiş
kurtlar sofrası dürülmüş
açlar sandığa kilitlenmiş
resmi tarihçilerin odalarındaki
mum sönmüştü

sürüler sürgünü sürüp yutmuştu
sağrısında bez bebekler saklı
saklanbaç oyunlarından kalma
körebelerin sesleri
uğulduyordu
kırıma uğramışların
soyu tükenmişlerin
sopları sayılmayanların
safra kesesi patlamış
yeşil ekşi bir koku yayılmıştı
toprağın çatlak yüzüne öylecene
bir anıt gibi seyrediyordu
tanrıların barınağı tepeler
çölleşmiş yüzüne bakıp
çağdaş insana
sorular yargıçsız kalmasın deye
sancılar sağaltılsın bin kere
dinsin savaş tamtamlarının
trompetlerinin uğultusu
madalyalar
ve mızrakların
külleri savrulsun deye
gülsün deye donsuzların
umuda çalmış yüzlerinde
kızıl güller açsın deye
sarıya hasret
bir haslet essin deye

Sustu karakedi aniden
gözleri bir noktayı tırmalarcasına sertleşti.
dolu dizgin yağmağa koşan karabulutlar gibiydi..
yutkundu..
devam edemedi..

Bütün gece güneş tozları yağdı evin çatısına..
aydan yansıyıp çaresizce ipleşen..

Karakedi serseriye sığındı kokularından kaçarak
ama, sığıntı olmadı..
onca yıl, her anıldığında,
rüyalarla kabuslaşan sara nöbetleri gibiydi öykünün hafızada dirilişi..
tekrarlanışı tazeliğini yitirmedi..
ölümün adı bu olsa gerek dedi
tekrarlanışı tazeliğini yitirmeyen korku
aslolan gerçekti o..
gerisi yalan.

Gökyüzünde herbir galaksi
bir kaos
salıncağı gibidir dördüncü boyutan da bağımsız..
duyulmaz tiktakları
tiktak
tik
tik yakaladı karakedinin yüzünü, seğrimedir gitti sabahadek..
karalar eriyip serseriye dönüştü
mor donunu sıyırınca gökyüzü
sessizlik öpüştü
düşleşen ezgilerde..

 Volkan Kemal
 ..................................
 Bu öykümsü, savaşlarda ölen çocuklara adanmıştır kendimce.