Tuesday, February 26, 2013

Hasan Hüseyin


1927'de Sivas'ın Gürün ilçesinde doğmuştur. Hasan Hüseyin, Adana Erkek Lisesi'ni 1948'de, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü'nü 1950'de bitirdi. Öğretmenliği Göksun'da başladı. Siyasi eylemleri gerekçesiyle öğretmenlikten atıldı, tutuklandı, hüküm giydi. 1955-1960 yılları arasında Gürün ve Sivas'ta arzuhalcilik, tabela ve portre ressamlığı, inşaat işçiliği yaptı.
1960'da İstanbul'a, sonra Ankara'ya yerleşti. Akis dergisinde çalıştı. Bir süre de Forum dergisinin sanat sayfalarını yönetti (1968-1970). Kızılırmak kitabı nedeniyle hakkında 142. maddeden dava açıldı, yargılandı, aklandı.
Lise yıllarında şiir yazmaya başlayan Hasan Hüseyin'in ilk şiiri 1959'da Dost dergisinde çıktı. Bu yıllarda mizahi hikâyeleri de yayımlandı. Kavel (1963) adlı kitabı ile 1964 Yeditepe Şiir Armağanı'nı, Kızılkuğu (1971) ile TRT'nin 1970 Sanat Başarı Ödülü'nü, Filizkıran Fırtınası (1981) ile 1981 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü'nü ve Nevzat Üstün Şiir Ödülü'nü aldı.
Şair 1983'te beyin kanaması geçirdikten sonra bir yıl bitkisel hayatta yaşadı.
26 Şubat 1984'te evinde yaşama gözlerini yumdu.
Ayrıca Hasan Hüseyin Korkmazgil'in eşi Azime Korkmazgil'den "Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz" şiirinde adı geçen Temmuz Korkmazgil (1965) isimli bir oğlu vardır.

Acılara Tutunmak

Acı çekmek özgürlükse
Özgürdük ikimiz de
O, yuvasız çalıkuşu
Bense kafeste kanarya
O, dolaşmış daldan dala
Savurmuş yüreğini
Ben bölmüşüm yüreğimi
Başkaldıran dizelere
Kavuşmak özgürlükse
özgürdük ikimiz de
elleri çığlık çığlık
yanyana iki dünya
ikimiz iki dağdan
iki hırçın su gibi
akıp gelmiştik
buluşmuştuk bir kavşakta
unutmuştuk ayrılığı
yok saymıştık özlemeyi
şarkımıza dalmıştık
mutluluk mavi çocuk
oynardı bahçemizde
aramakmış oysa sevmek
özlemekmiş oysa sevmek
bulup bulup yitirmekmiş
düşsel bir oyuncağı
yalanmış hepsi yalan
sevmek diye bir şey vardı
sevmek diye bir şey yokmuş
Acı çektim günlerce
Acı çektim susarak
Şu kısacık konutlukta
Deprem kargaşasında
Yaşadım bir kaç bin yıl
Acılara tutunarak
Acı çekmek özgürlükse
Özgürüz ikimizde
acılardan artakalan
işte o bakışlarmış
kuğu diye gözlerimde
gün batımı bulutlarmış
yalanmış hepsi yalan
savrulup gitmek varmış
ayrı yörüngelerde...

Akarsuya Bırakılan Mektup

Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç
Ağaçlar bükmesinler n'olursun boyunlarını
Neden akşam oluyorum tren kalkınca
Kırlangıçlar birdenbire çekip gidince
Mendiller sallanınca neden tıkanıyorum
Öyle çok acımasız ki, öyle birdenbire ki
Az önceki çiçekler nasıl da diken diken
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.

O sularda çimdik, bitti; köprüleri geçtik, bitti
O elmanın tadı orda, o kuş çoktan öttü, bitti
Artık çocuk değiliz, susarak da bir şeyler diyebiliriz
Günler devlet alacağı, yıllar bir kadehçik buzlu rakı
Oyunlar oyuncaksı, oyuncaklar eski şarkı
Kavaklara oklu yürek çizip duran o çakı
Nerde şimdi, nerde şimdi, nerde o kan sarhoşluğu
Gitme, sonbahar oluyorum, sonrası hiç.


Emek Koydum Yavrumuzun Adını

ışıklar söndü birden
karanlıkta yüzükoyun koca kent
hava da öyle kirli
öyle kalın kirli ki
bakamıyor yıldızlar pencerelerden

adı emek yavrumuzun
yaşı daha beş değil
oturmuş önünde akvaryumun
'hiroşima'yı söylüyor kendikendine
'karlı kayın ormanında'yı
titrek mum ışığında
bir gözü de balıklarda emek yavrunun
balıkların masalsal kıpırtısında

ne de çok andırıyor emek yavrucuk
o 'pamuk prenses'ini çocukluğumun
bizlerse 'yedi cüce'
kirli kara gecede
mum altında söyleşide
geceler özlenilen geceler değil
eğilsek hangi suya
kanlı çamur ellerimiz
yaprak sarı meyva çürük
uzansak hangi dala

bir yanında telefon emek yavrunun
bir yanında televizyon
devinir emek yavru
uzay çağında
oysa ben beş yaşımda
bir keçi yavrusuydum kırlarda bayırlarda
bilimkurgu bir masaldı telefon

yıllar geçti yıllar geçti
yıllar geçecek elbet
adalet'ti kızın adı
adamınki hürriyet
o adalet orda kaldı
o hürriyet osmanlı sikkelerinde
umut belki bir tohumdu o çağda
umut şimdi
koskocaman bir çınar
anlıyorum
biliyorum
inanıyorum
emek'ler kurtaracaklar
paralarda kalan o adalet'i
o hürriyet'i

Bir Oğlum Olacak Adı Temmuz

bir oğlum olacak adı temmuz
uykusuz
korkusuz
beter mi beter
ben beynimi satarak yaşıyorum
o benden proleter

bir oğlum olacak adı temmuz
karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
bende bitmeyen kavga
onda yeniden başlayacak

bir oğlum olacak adı temmuz
öfkede benden fırtına
sevgide deniz
ne samanyollarının ulu kervanları susuzluğumun
ne kutupşafaklarında tanrılaşması ilkelliğimin
temmuz gibi sıcak ve bereketli
temmuz gibi uçsuzbucaksız

bir oğlum olacak adı temmuz
dilinde en güzel sesi türkçemin
kulağı en yiğit şarkılarla delik
korkak bir merakla değil yıldızlı karanlığı
vivaldi'yi dinler gibi okuyup anlayacak
ve belki de sütdişleri sürerken balaban bir bursa şaftalisine
ay'dan kendi sesini dinleyecek
vahşi bir çiçek gibi açılmış gözleriyle

ben ki yalınayak bastım kızgın dişlerine açlığın
iri bir çizme gibi balkanlar'a basarken faşizm
dağlarda silah atmayı sevdim
ben ki silah taşıdım gizli gizli
dünyanın bütün devrimlerine
boşuna dönmüyor bu rotatifler
boşuna bağırmıyor bu kara
boşuna dinlemiyor bu korku kapımızı
anamın aksütü gibi biliyorum ki
doyumsuz günlere doğacak temmuz
doyumsuz günler görecek
hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi
hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça
beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz
ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler
ama mutlaka

karataşın göbeğinde aşk
karataşın göbeğinde barış
karataş çatladı çatlayacak
ben direndim yorulmadım
o yorulup yıkılmayacak

Hasan Hüseyin Korkmazgil



Monday, February 25, 2013

Bu memlekette namuslu olmak ne zor şeymiş meğer



Bu memlekette namuslu olmak ne zor şeymiş meğer
Bir gün Almanların pabucunu yalayan
Ertesi gün İngilizlere takla atan
Daha ertesi gün de Amerika'ya kavuk sallayan
Soysuzlar gibi olmak istemedik

Yalnız ve yalnız
Bir tek milletin önünde secdeye vardık
O da kendi cefakâr milletimiz
Meğer ne büyük günah işlemişiz

Niçin hep acı şeyler yazayım?
Dostlar, yufka yürekli dostlar
Bundan hoşlanmıyorlar.
Hep kötü, sakat şeyleri mi göreceksin? Diyorlar.
hep açlardan, çıplaklardan, dertlilerden mi bahsedeceksin?
Geceleri gazete satıp izmarit toplayan serseri çocuklardan; bir karış toprak,
Bir bakraç su için birbirlerini öldürenlerden;
Cezaevlerinde ruhları kemirile kemirile eriyip gidenlerden;
Doktor bulamayanlardan;
Hakkını alamayanlardan başka yazacak şeyler,
İyi güzel şeyler kalmadı mı?

Niçin yazılarındaki bütün insanların benzi soluk, yüreği kederli?
Bu memlekette yüzü gülen, bahtiyar insan yok mu?
Var mı?


Yalnızım müthiş suretle yalnız
Bu kadar kalabalığın içinde yalnızlık ne acı oluyor ya rabbim

Kanunlu, kanunsuz baskılar altında ezile ezile pestile döndük
Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık
Makam peşinde koşmadık
Sağdan soldan vurup milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık
Çalmadan çırpmadan
Bize ekmeğimizi verenleri aç
Bizi giydirenleri donsuz bırakmadan
Yaşamak istedik

Bütün bunları istemek bu kadar güç
Ve bu kadar tehlikeli mi olmalıydı?

Sebahattin Ali



Wednesday, February 20, 2013

ABORIGINAL DEDEM


Atmışbin yıllık yoldan geliyorum
yorgunum sanma
güneşle sınadım derimi
karaelmas dokuyor baksana

kıvırcık saçımda uğulduyor
tabuları yıkan çöl fırtınaları
renklere yazılmış gözlerim
tırnaklarımda
uranyum sarısı
sanki
benimle birlikte
dans ediyor sanırsın
dünyanın yarısı
ne kuraktan çatladı topuğum
ne de kökümde eksik oldu suyum
her yere vuruşta
bin Musa asası
ve
beyazın o kör
yasası
yasa
yas
başlıyor
borsada cetvellerine gerilmiş
yas bağlıyor
pas bağlıyor
bağlıyor
bağlı
bağ
ba
babam

Yorgunum sanma sakın
bi koşudur bu tutturmuşum ki sorma
Mançuryadan kalkmış
tozum göğe
Malezyadan almışım
dilli düdüğü
didiridu
du
du
dudum benim

Endonezyaya köküm salmışım
şeker kamışı
bal peteği
kestane
keçiboynuzu
ebem gümeci derken
Tasmanyada son kez
bi nefes
çam kokusu almışım
Tütün dizer gibi dizmişler
ipe
un serer gibi
sermişler
postumu yere
iki yüz yılda
ikiyüzbin can
ve
kan
kan
kan
yeyip
içip
tüketememişler
tüketememiş
tüketme
tüket
tük

Ne makina
ne barut
okuyamamış meydan
be hey bumerang
dön dönde vur
vur
vur da
gel
bu me rang

Ne alkölü
ne sıtması
ne nezlesi
şekere banılan ezmesi
ezme
ez
e
eritememiş
içimin köz yağını
silememiş kayadan
ağaçtan
gölgemi
ne geceden ayımı
ne günden güneşimi
söküp alamamış
torbasına dolduramamış
rüyamı
doldurup satamamış
satıp kaçamamış
kaçıp kurtulamamış
benden
ben
be
b
bebem

Dinle sözümü
alıpta özümü
bul çözümü
çöz
bu köz
içinde yandıkça
bu dil
o kayadan
şu tepeye
yankılandıkça
yüzüme renkler boyandıkça
yağlı urgan
çelik moru
kemiğe
kemiğe dayandıkça
vur topuğu
toprağa
toprağa
vur vur vurda vur vur hey
daya kulağını
toprağa
toprağa
dinle
din
di
dinle
de
De
dem toprak ananı…

Volkan Kemal
26.Ocak.1988











Eddie MABO' ya saygımla...
'

sen noktaların notasıydın



 yaklaştım ve usulca sus dedim
notalar konuşuyor buluta
yağmur damlaları dansını yapyor şimşeğe
gök gürlüyor korkudan
korku göz kırpıyor kara
ve sarmalandı gökyüzü siyaha
iliştim yanına ve usulca dinle dedim
sıra geçidinde göçerler
ardından kırlangıçlar uçuyor güneye
kanatlarında güneş tozu
kondular ıslak ağaçlara
kara gözlerinde beyazlaşmış işkenceler
unutturmuş kendini su halkalı duruşları
itiraz etmiş mağarasına
itiraz etmiş bereketten kutsanmış dağına
aborgın değilim
değilim ki
ben bir asilzadeyim bak ihtişamlı heykellerime
atların tırnaklarındaki derim değil
o benim burnum değil PİNOKYO!!
susunca usulca korku........
zaman sana durdu
yoktu zaten bilirsin evveli
ahiri zemheri
sen noktaların notasıydın
şimdi dudakların sana ait olmayanı yudumluyor
soğuk kaldırımlarında yitirdiğin yağmurların yokluğundasın
ne fark eder zaman susunca
zaten hiç bir kelimesi yoktu seni çağıran
ve hikayesini düşürüyor hımalayaların üzerinden okyanusa doğru
senin de bir masal anlatıcın var bilirim
seni yüklenen zaman aşırı
dediki
toprağın ayağımın altından kaydı
herkes yabancıydı
bir senın yokluğundu gördüğüm
oyuncaktı eşyalar
oyuncaktın sen
ama sen yoktun
şehri talan etmişti uzay yolcuları
gemileri nuha teslimdi
tufana terkin
şimdi sen duymadığım kuş sesinde saklısın
kanguru kesesi sekişli
zamansız sus dedi
notalar noktalandı didgerido.........
elimi uzattım solfejden aldım seni.......


Saab
keke zaman sus zaman’ dan

Friday, February 15, 2013

Hayattaki en büyük amacım rahatsız edici biri olmak



"Hayattaki en büyük amacım rahatsız edici biri olmak. İnsanları görünüşüyle, türlü halleriyle rahatsız eden, onları memnun oldukları yerlerinden eden biri olmak. Yuvarlanılıp gidilen bir hayata, kurbanın hayatta yavan bir varoluştan çok daha başka ve yüce şeyler olabileceği düşüncesiyle karşı karşıya gelmesini sağlayana kadar çomak sokan biri olmak istiyorum." (Elvis Costello)

Thursday, February 14, 2013

Memeleleştiler


Kadınlar geçiyordu
bileklerinde gamalı haçlı kelepçeler
erkekleri kurşuna dizilmiş kasabaları
karabasanlar örtmüş
eteklerinde çocuklar çelik çomak oynuyordu
gökyüzü yıldız ölüleriyle donmuş
ay ışımıyordu
kurt sürüleri inmişti
karlı tepelerden aşağı
kadınlar geçiyordu
buz tutmuş ayak parmaklarına basarak
çam kokusu sinmiş askeri barakalara doğru

muzaffer orduların başı dumanlı
şenlik türküleri boğum boğum
yayılıyordu eski kıtanın bozkırlarına
garnizonda yılbaşı çığlıkları arasında
ağlıyordu wagner
senfonik bir ironi kazındı dudaklara
ağır aksak tempoyla
yarıldı notaların başı
kan kızılı

kadınlar sürüler halinde uygun adım geçti
gaz odalarına doğru
genç ve dolgun memeliler ayır edildi
ihtiyar ve soluk benizlilerden
analar sökülüp alındı
dişleri kaşınmamış bebelerden
ekşimiş süt kokusu damlıyordu hala
buz yanığı bebeğin yüzünden aşağı
dudakları zifiri mor

genç ve dolgun olanlar yıkanıp tarandı
ayna yüzü görmenin heyecanı
parladı gözlerindeki tazeliklerde
yaşama dönüşün saçları kurulandı
ipek geceliklerle sarılıp
garnizon şefinin
şef yardımcısının
başcavuşun
onbaşının
sofrasına sunuldular üçer beşer
sunuldular
zafer taklarının altından geçerek
boyunları kırık birer heykel gibi
yaşam ve ölüm çizgisi arasından
bir gece olsun yaşayabilmeyi
seçebilmek için
donlarını sıyırdılar
azgın boğaların
nefeslerini söndürebilmek için
biteviye....

kadınlar geçiyordu sabahın morunda
ıslak tenlerine yapışmış kirlerine ağlamayı unutmuş
silah fabrikalarının kapıları açıldı
üç vardiye dolup taştı
bir avuç pirinç tabağında sunulan yaşam sevincine
mermi kovanlarına barut basmayı öğrendiler
sevdiklerine nişan alan erlere
onikilik kütüklüğe dizdiler
gözyaşlarından süzülmüş dantelleri

obüs topları gürlesin
dinmesin deye
yapma kuşlar bombalasın deye
lav silahları ölüm kussun deye
süngüler yürek deşşin deye
fabrikaların bacaları tüttü yıllarca
yıkılan şehirler teslim olsun deye
kendi kanına ihanet etti
bir lokma ekmeğe
“zincirlerinden başka mülk edinemeyenler

bir kepçe çorbaya fit olanlar
dualı dudaklarını büzerek
gaz maskesi ürettiler
kara suratlarına geçirmek
ve
asit kuyularından
ruhlarını temize çıkarmak için
kilise çanlarına gamalı haç taktılar
bizden sonra
canı cehenneme deye
fetva yazdılar
isanın önünde diz çökerek
çökelekleştiler

yeni dünya yaratan alimler
yeni silahların peşine düştüler
çoşkuyla taçlandırdılar kürsülerini
nobele adaylanıp
barış ödillerine layık görüldüler
yürekleri dinamit kokulu
ilmin namlusu kızardı
savaş boyunca
yüzü  astar tutmayan
ak suratlı
pancar bakışlı
keçi sakallılar
sakladılar
savsakladılar
gerçeğin yalın duruşunu
yılışarak
yeşil meşin etrafında tavaf edip
pervaneleştiler
kerhaneleşti kürsüler

ve kadınlar yürüdü savaş sonrası
karınlarındakı piçlerini gizleyerek
kendilerine çizlmiş yolu izleyerek
aryan bir ırk yaratmanın
üstünlük sembolü oldular
narin alımlı
mavi gözlü
dolikasefal
sarı altun saçlı
gamalı haçlı

ve kadınlar süründü savaş sonrası
üç kıtada aynı acıyı paylaşan
kasıklarında büyüttükleri kini
açlıkla terbiye ettiler
namus bekçilerine inad
satmadılar fiyatı konmamış onurlarını
piyasa bülbüllerine

ihanet etmediler kadınlıklarına
kadın kaldılar
kadınca yaşadılar
barut bastılar yüzlerine delinmiş kaderlerine
elleriyle doğrulup dizlerine yaslandılar
mor bir sevdayı kilimlediler
ağıt yakılmış türkülerine ekleyip geleceği
geçmişine sövdüler düzenbazın
yüzüne tükürdüler dürzünün
aymazın
gavvatın!

düzülmediler bir daha
savaş tamtamlarıyla postallaşmış yollara
mermileşmediler
memeleştiler
doyurmak için bereket tanrıçalarını...


Volkan Kemal
Bu öyküsel düttürü, barışı kasıklarında büyüten kadınlara adaklanmıştır.


Kutuplaştı



anlaşılmak istiyorum
anlamaya gerek duymadan
sevmek istiyorum
sevilmeyecek olsam bile
anlayarak sevilmek istesem
anlaşılamıyorum
anlamsızlaşıyor sevdiklerim
anlamıyorum
anla

yaşamak istiyorum
ölümü düşünmeden
ölmek istiyorum
yaşamı tüketmeden
tükeniyorum yaşamadan
yaşayamıyorum
yaşlanıyorum
yaş

bilmek istiyorum
neden varım
varlığımla ne kadarım
bilmek yetmiyor
bilinçsizce bilimle
biliniyorum
bilinme

sormak istiyorum
neden nasıl niçin
soramadan
sorgulamaya alınıyorum
soruyorlar
susuyorum
sus

doğru söylesem
inanmıyor kurnazlar
yalan söylüyorum
inanıyorlar saflar
yalanlarıma kanıyorum
yalancılaşıyorum
yalan

maskeleyorum saklı gizlilerimi
düşman saydıklarıma
açıyorum yüreğimi dostuma
kapatıyor gözlerini
maskeleniyorum
maske
  
yakın olamadım kendime
ne de başkasına uzak
kendime tuzak kuruyorum
başkalaşıyorum
bambaşka
başka..

bambaşka bir gezegenden gelmişcesine
bir başkayım ki sorma gitsin
dedi
kepçe kulaklı
kanguru faresi
farisi

bakınca insanlar dünyasının
kirli haline
kirli

yürüdü başkaldıranlarla
başlarını öne eğmeden
yürüyüş kollarında
yere düşenlerin üzerine basıp yücelmeden
ezilenlerin sırtına binip uçmadan
lanetlilerin derilerini kürklemeden
açlıkla terbiye etti gururunu
yenilmişliğine gocunmadan
yangın nefesli
serdengeçtilerle
aynı kulvarı adımladı
aynılaşmadı yolsuzlarla
çulsuzlarla paylaştı lokmasını
lokmalaşmadı
lokman hekimleşti umuda
umutsuzlaşmadı
umutlu
milyonla düşü taktı peşine
uçtu
kanatsız gökyüzüne
kutuplaştı
güneye dönen 
yüzlere
yüzsüz..


Volkan Kemal
Yarımlık'lardan arta kalan