Sunday, July 8, 2012

Duvarlara işemek


Ne ışığın tabanı vardı
ne taban astarı
ne de gökyüzü kök salmıştı
toprak boşuna sancı çekiyordu
tohum savrulmuştu yokluğa
cansuyu derin kuyulara çekilmiş
gün çiçekleri solmuş
başak sarısı morarmıştı
hasat orağa muhtaç
çekiç örste tınlamıyor
ses duvarını aşmıyordu acılar
kasıklar döl tutmuyordu
düşük
düş
düşeş
zarlanmıyordu bir türlü
kapılar önünde bekletilenler
neden beklediklerinin farkına varsalar
isyan çıkardı
isyan nisyana bürünmüştü oysaki
açlık kavgaya sevdalansa
sevda ele avuca sığmasa
gelinler bir tasalansa
teskere alanlar kasalansa
silahlar bir sussa
kavga pussa
korku yarılsa
portakal bahçelerinde kızıl türküler açsa
biterdi bekleyişler
biterdi ama
ülkesiyle satılanların
ağuyla yatanların
sabahları olmuyordu bir türlü

moldovyalı kadınlar
sürülmüştü güneye
karaderililer postalanmıştı kuzeye
ülkesizler sırtlarına yüklemişlerdi dükalıklarını
valizlenmişti umutlar
açılmıştı pazarı apış arasının
boğaz tokluğuna mahkum edilmişti
limonlanmıştı en ince yerleri
memeleri dişlenmiş
kalçaları fişlenmiş
göbekleri sahiplenmiş
morarmıştı dudakları
ayva kokulu sandıklar açılmış
dantel yastıklar serilmiş
nataşalar dizilmişti
vitrinlenmişti insanlık
sermaye ilahi kudreti uydurmuş
dizginsiz şehvet kudurmuştu
kudurmuş
avizelenmişti renk vermeyen karanlık...

eroin gözlü kahyalar
sırma dişli manukyanlar
altın kemerli mumyalar
bal dudaklı umud tüccarları
sefalar getirdiler
sefalet üstüne
kefalet getirdiler
cehennem kazanına
közleştirdiler düşleri
zencefil suratlılar

iç göç başlamıştı
yakılan köyler
şehirlere ekleniyor
şehirler ülkeleşiyordu
ülkeler dünyalaşmıştı çoktan
sürgün yolları
damar damar sarmıştı dünyayı
kalburlanmıştı
göze görünmeyenler
nalburlanmıştı sövmeler
sırta vurulan dövmeler
fiyatları
biçilen dönmeler
azınlıklar
yazınlıklar
hulamlıklar
gavurluklar
dizildiler hedefe

göçürtülenler kaynar sularda haşlanmış
ıstakozlar paslanmıştı
havyar masaları üstünde
rakılar şaraplanmış
fiyatlar hesaplanmış
karlar pazarlanmıştı
borsalar şen şakrak
istikbal parlak
kadehler kristale
sesler iskele babasına dönmüştü
vapurlar yanaşıyordu
tersaneleri çürümüş sulara

cüzzamlılar çıkıyordu inlerinden geceyarıları
hayalet gemiler terkedince limanları
sokaklar sidik döl
ve rakı kokuyordu
aşka geliyordu
kahkahası çatlamışlar
sevişmeyi solluyordu
penceresi karartılmış odalarda
mezeleniyordu
zamansız öten horozların
soğuk etleri
kısır
salyasümük yüzlerde
sevda paslanıyordu
ayyuka çıkmıştı dedikodular...

surlar dökülmüş
duvarlar bir bir sökülmüştü
varoşlara varmadan
verem tükürüyordu
lokması çalınanlar
tutkal gözlü çocuklar
tinerlenmiş yataklarda
kirleriyle boğuşuyordu
kaderlerine küskünler
cami köşelerinde
cenaze marşlarında
madalyalarda
kahve fallarında yollaşıyor
serseri kaldırımlara düşüyordu
yılın ilk karı
sokaklar üşüyordu
sırtı açık

fabrika bacaları
içine kapanmış duman içinde
kan kusuyordu
ekmek sarrafta küskün
düşkünler yurdunda
yaşam suskun
ölüm kol geziyordu

boğaza nazır yalılar
ayaklarca çiğnenmiş acem halılar
halayıklar
kel ayıklar
sefaletten sefahat biçenler
zevk-ü alemden bitkin
yatlarla katlarla
bir saltanat ki
ayyuka çıkmıştı narası
kısrakların tepiştiği harasında
cennet-ül ala üstüne
fetva okuyordu
ekran ekran
“bu devran
böyle gidecek
sıkı mı
devr-i sefahatı devirmeye göt ister
böylesi naneyi yemeye öd ister!”
deyordu
kaptanı derya zülfükar paşa...
“sallandır üçbeş baldırıçıplağı
ur ensesini
kıs sesini
bitsin bu karmaşa
bu kaos
doldur karanlıkla hüçreleri
törpülensin ömür pınarları
açlık greve dursun
ölüm kol gezsin
bana ne
ona ne”
dedi hürrem sultan
dara gerdiler
düştü başları
eğilmedi kaşları
eğilip bükülmedi
titremedi dizleri
daltonların
denizleşmişlerin

devir onlarınsa
devirmekte bize düşer
dedi karakedi
 
önce kendisinden
vede
sokağın en hırpani
meczup kedisinden başladı
evirmeğe
çevirmeğe
dipten öğürmeye
kustu yüzüstü bırakılmış
adımlanmamış kaldırımlara
söktü sırtına yığışan
selpelenmiş doğuştan
kara benlerini
birer birer
fırlattı
karaboşluğa
ışıklandı
ışıdı
kaşıdı kamburundaki boşluğu
resmetti yüzüne gerilen hoşluğu
yıkılası duvarlara

ne o kaleleşmiş duvarlar yıkıldı
nede o duvarları işemekten utandı
ıkındı sıkıldı... 

 Volkan Kemal
 
Bu öyküsel düttürü, etrafına örülen duvarları yıkmaya heveslilere adaklanmıştır...Duvarların ötesini görebilenlere merhaba!
Berlin duvarinin yıkılışı 9 Kasım 1989 unutulmasın ve yeni duvarlar örülmesin deye...