Sunday, February 3, 2013

Ulaş-mak


Bir sıçrayışta aşmıştı ekvatoru
güneye düşmüştü yüzüstü
tepetaklak
tavaf edercesine huşu ile
dönmüştü düşlerinin çevresinde
bir daha
bir daha
yitik yüreğiyle
dokuz canlı karakedi

dönüşü olmayan yollardan
yakılmayan asma köprülerden
geçerek sınamalıydı
geriye kalan yedi canını
pazara sürülmüş kanını

yürüdü
peşi sıra bıraktı tüm benliğini
terketti kimliğini
yürüdü sırtı bıçak
keskin sırata doğru
dengeledi aklını
kararttı gözlerini
bu ince yol şakaya gelmezdi
sol yanı alev tufanı
kızıl deniz
sağ yanı
yeşile boyalı
sarı soluk bir beniz

yürüdü arafa doğru
durdu tam ortasında
baktı bakıştılar
yarı yolda bırakılmışlarla gözgöze
dünyanın tüm lanetlileri sıraya girmişti
en önde yanık yüzünde
tanrısal gülümsemeyle bruno
dantelli yakasıyla dante
elleri tesbih olmuş

güneş toplayan tebrisiler
kanatları
pervane olan rumiler
ezilip
şaraplaşan hayyamlar
her halden anlayan haldunlar
her derde derman arabiler
en el hak diye çığıran
mansurlar gördü
mahsunlaştı
filistinli bebelerin aç gözlerinden akıp
apdallaştı
velileşmede buldu yolu
hacılaşmadan
haçlaştı
çarmıha gerildi isalaştı
asasını çöle atan
musalaştı
ayaklarını ellerine alıp
yürüdü kızıl kor üstünde

yürüdü malum sona doğru
yalpalamadan
yada arafta kışlayacaktı
hiç çabalamadan
öylece
katı
kaskatı
ya da yağacaktı dolu olup
düşecekti aşağı
paramparça olacaktı başı
granit kayalarda
ya da eriyip
ateşi aşk ile
dönüşecekti
su damlasına
damla
dam
dama alışıktı zifiri

yürüdü
her adımda yarıldı kasları
her nefeste gerildi yüreği
kaburgasından bir havva yaratsa
başaracaktı
aşacaktı
bu engelli koşuyu
sırtına yaslanıp
bir arada
iki derede kalmayacaktı...

gerildi yaylaştı kemikleri
ya bir sıçrayışta öbür uca ulaşmak
ulaş
mak
yada arafta donakalmak
dona-kalmak
korkusuyla
fırladı bir ok gibi
uçtu
kanatsız
eyvah
şahinleşemedi
kesildi nefesi
eyvah
hızla düşüyordu
cehennem ağızlı alev tanrıçasının kucağına
o da ne !
gökyüzü yarıldı
yarıldı uykusuz gecelerin düş pınarı
yarıldı korku duvarı
yıkıldı kutsanmış çınarlar
cadı kazanları kaynadı
yıldırım gibi kızıl saçlı bir cadı
verdi elini
ona sarıldı
sarıldı ona
benzi sapsarı

yayıldı yüzüne
umud alevi
düşlerini yitirme dedi karakedi:
her düşüşün
bir çıkışı var
her yolun bir son durağı
her sonun bir başlangıcı

her başlangıçla doğan
kırlangıç şafaklara süzüldü
sereserpe
tumansız
dumansız tepelerde gezindi
serhoş
dizildi tuvale
renklerin hasıyla
her fırça darbesiyle raksetti
resmetti her karesine
karakarelerini söküp birer birer
sevdalı cadıların

ellerini yüzüne sürdü
şükretti
yüzü maviye durdu
denizleşti
dalgalar
dalgalarla çiftleşti

kızıl bir öpücük
kınaladı avuçlarını
alev saçlı
ellerden kalma....

Volkan Kemal

Ocak 2010

Bu öyküsel düttürü, iki arada bir derede kalalamışlara adaklanmıştır.
Çok renkli bir dünyada yaşamanın zevkine doyamayanlara merhaba!