Tuesday, November 17, 2015

KADIN ERKEK İLİŞKİLERİ VE TERKEDİLME ŞEMASI


Yusuf BAYALAN /Psikolojik Danışman 
Şema kavramı, kişinin kendisini ve diğer insanları ve dünyayı anlamlandırdığı, tanımladığı, değerlendirdiği zihinsel yapıyı ifade eder. İnsan bu temel zihinsel yapıyı doğduğu andan itibaren oluşturmaya başlar. Şemaların oluşumunda kişinin temel yaşantıları, etrafındaki insanların ona karşı tutumları, kurduğu ilişkiler, öğrenmeleri vb. son derece önemli rol oynar. Oluşan bu yapı(lar) zamanla kişinin davranışlarına yön verir ve bir anlamda hayatını şekillendirir. Şemalar olumlu ve gerçekçi içeriklere sahipse kişi çok fazla problem yaşamaz; ancak şemaların olumsuz ve yanlış içeriklere sahip olması psikolojik problemlerin oluşumuna zemin hazırlar. Şema kavramı Şema Terapi literatüründe olumsuz olan ve uyum bozucu şemalar için kullanılır. Mesela çok fazla eleştirilen, yetersiz bulunan, aşağılanan bir çocuk kendisiyle ilgili bir kusurluluk algısı geliştirebilir ve yetişkinliğnde de kendini şu ya da bu şekilde bir kusura sahip olarak algılayabilir. Bu kusurluluk algısı, çirkinlik, beceriksizlik, yetersizlik vb. noktalarına odaklanabilir. Kusurluluk şemasına sahip birisi, beğenilmeyeceği düşüncesinden dolayı insanlardan uzak durabilir ya da beğenilmek için aşırı derecede çaba sarfedebilir. Tüm bu ve benzeri durumlar da kişinin hayatttan doyum almasına engel teşkil eder.
Şemaların oluşmasına, temel insani ihtiyaçlarımızın uygun şekilde giderilememesi sebep olur. Uygun şekilde giderilemeyen temel ihtiyacımızın ne olduğu geliştirecek olduğumuz şemayı belirler. Beğenilme, önemsenme, dikkate alınma gibi ihtiyaçlarını gideremeyen bir çocuk zamanla kusurluluk, sevilmezlik şeması geliştirebilir.


Şemaların bazı temel özelliklerini şöyle özetleyebiliriz: 
Şemalar temel yaşantı anıları, düşünce, duygu ve bedensel duyumlardan oluşan bir bütün halinde işlev görürler.
Şemalar kişinin kendisini, diğer insanları ve dünyayı anlamlandırmasında kişiye yol gösterici olurlar. Şemalar bir anlamda kullandığımız gözlüklerdir. Baktığımız şeyi kullandığımız gözlüğe göre tanımlarız.
Şemalar insanın hayatını olumsuz yönde etkiler ve işlevselliğini bozarlar.
Şemalar en temel insani ihtiyaçlarımız(temel fizyolojik ihtiyaçlar, sevilme, önemsenme, kabul edilme, eğlenme, özgürlük, sağlıklı sınırlar)a ulaşmamıza engel olurlar.
Şemalar değişime karşı dirençlidirler. Çünkü şemalar çocukluktan itibaren geliştirildikleri için kişiye çok tanıdık gelirler ve kişi kendi bakışını mutlak doğru ve gerçek olarak kabul eder.
Şemalar kendilerini sürdürücü özelliğe sahiptirler. Kişinin karşılaştığı bir durum şayet şemaya uymuyorsa kişi durumu çarpıtarak şemaya uydurmaya çalışır. Kusurluluk şemasına sahip bir kişi etrafından iltifat aldığında, iltifatın sahiciliğine inanmayıp beni kandırıyorlar diye düşünebilir. Bununla birlikte şemalar, yeni ve daha doyum verici yaşantılarla, yeni öğrenmelerle ya da psikoterapi yöntemiyle değişebilirler.
Şemalar çevredeki olaylardan hareketle tetiklenebilirler. Mesela terkedilme şemasına sahip bir kişi eşinin iş dolayısıyla yapacağı şehir dışı seyahati, eşinin kendisinden uzaklaşma isteği olarak yorumlayıp, terkedilmiş gibi hissedebilir ve ona göre tepki verebilir.
Şemalar kişinin kendisine, çevresine ve diğer insanlara dönük olduğu için, kurulacak insani ilişkilerde ve kadın erkek ilişkilerinde son derece belirleyici rol oynarlar. Şemalar, ilişkilerin başlamasında, sürdürülmesinde ve sonlandırılmasında(ya da sonlandırılamamasında) kendini gösterirler.
Şema yaşantıları, İlişkilerim genelde aynı şekilde başlayıp sonlanıyor. İlişkilerimde genelde ayı sorunları yaşıyorum! Genelde belirli özelliklere sahip insanlar bana çekici geliyor şeklinde düşünen insanlar için yoğun olarak gerçekleşiyor olabilir. Çünkü şemalar insan hayatında temel bir kalıp olarak var olurlar ve insanlar bu kişisel kalıplara göre davranırler.

Şema Kimyası
Her şema belli başka şema(lar)ya karşı bir çekicilik oluşturur. Bu duruma Şema Kimyası denir. Şema kimyası, problemli kadın erkek ilişkilerini anlamada son derece önemli bir kavramdır. Şema Kimyası kavramına göre bizler ilişkilerimizde kendi şemamıza uygun şemaya sahip eşleri tercih ederiz. Buradaki uygunluk, sadece iki tarafın şemasının da aynı olmasını ifade etmez. Şemalar, kendilerinin sürdürülmesine sebep olacak eşler ya da arkadaşlar edinmemize yol açarlar. Mesela ikili ilişkilerde gereğinden fazla fedakarca davranan birisi(Fedakarlık şeması) ilişkilerde hep kendi dediğinin olmasını isteyen(Haklılık şeması) birisiyle birlikte olabilir.
 
Şemalar başka şemalarla bir arada var olabilirler. Mesela terkedilme şemasına sahip kişide aynı zamanda kusurluluk şeması, kuşkuculuk şeması vb. de olabilir.

 Tekedilme Şeması Ve İlişkilere Etkisi
Ø
Terkedilme şemasına sahip kişiler, hayatlarındaki önemli insanların şu ya da bu sebeple, şu ya da bu şekilde kendilerini terkedeceklerine, ilişkilerinin biteceğine inanırlar. İlişkilerin bitmesine yol açan durumlar içerisinde, aldatılma, terkedilme, sevilenin ölümü vb. yer alabilir. Dolayısıyla onlar ilişkilerine Bu ilişki eninde sonunda bitecek diyerek başlarlar. Kendilerine ilişkiyi bitirecek sebepler sorulduğunda ise Bilmiyorum; içimde öyle bir his var diye cevap verebilirler. Burada hissedilen, ön görülen terkedilmeyi problemli yapan, durumun gerçekçi olarak değerlendirilmemesidir. Mesela eşi tarafından gerçekten aldatılan ya da buna dönük gerçekçi ipuçlarına sahip bir kişinin ilişkimiz galiba bitecek düşüncesi bir şema yaşantısı olmayabilir. Şema yaşantısında en önemli nokta, durumu aslında öyle olmamasına rağmen öyleymiş gibi algılamaktır.
 
Geleceği önceden, gerçekçi olmayan bir şekilde olumsuz olarak görmeye karamsarlık denir. Bu karamsar bakış zamanla kendini gerçekleştiren kehanet işlevi görür ve kişinin korktuğu başına geldiğinde kişi Ben biliyordum diye düşünür. Kişinin aslında bildiği bir şey değil inandığı bir şey vardır. O, farkında olmadan ilişkisini karamsarlığına uygun şekilde yaşamış ya da endişelerini gerçekleştirecek birisi ile birlikte olmuştur. Mesela zaten günün birinde terkedileceğine inanan birisi ilişkisinde aşırı kıskanç davranır ve sonunda partneri bunalıp ondan uzaklaşabilir; ya da kişi evli birisiyle birlikte olabilir. Birinci durumda kişi korktuğu sonu hazırlamış ikinci durumda ise zaten olumsuz sonuçlanması muhtemel bir yola girmiştir. Dolayısıyla korktuğunun başına gelmesinden ziyade o yolu farkında olmadan kendisi şekillendirmiştir.
Terkedilme şemasına sahip kişiler şu tür düşüncelere yüksek oranda katılırlar:
 Beni terkedeceklerinden korktuğum için yakın olduğum i
ünsanların peşini bırakmam. 
 Diğer insanlara o kadar muhtacım ki onları kaybedeceğim diye çok endişeleniyorum.
ü 
 Yakınlarımın beni terkedeceği ya da benden ayrılacağından endişe duyarım
ü 
 Önem verdiğim birisinin benden uzaklaştığını sezersem çok kötü hissederim.
ü
 Bazen insanlar beni terkedecek diye onları kendimden uzaklaştıracak kadar çok dert ederim.
ü 
Bu şemaya sahip insanlar geçmişlerinde, güven, huzur, kabul edilme, sevilme ve sevme , paylaşım gibi temel ihtiyaçlarını uygun şekilde giderememiş olabilirler. Dolayısıyla şu anki ilişkilerinde de aynı beklenti içerisindedirler: kabul edilmeyeceğim, sevilmeyeceğim, sevdiklerim yanımda kalmayacak vb.

Terkedilme Şemasına Sahip Kişilerin İlişki Tutumları
Terkedilme şemasına sahip kişiler yakın ilişki kurmaktan, ilişkilerinde kendilerini tamamen ilişkiye adamaktan çekinirler. Bunun altında, günün birinde zaten bitecek olan ilişkinin hayal kırıklığı ve acısından uzak durma çabası yatabilir. 
Bir ilişki içinde iken terkedilme endişesini çok yoğun yaşarlar.
Terkedilmeye dönük ipuçlarını(partnerinin iş seyahati dolayısıyla ondan uzaklaşması, çok fazla aramaması vb.) abartarak terkedilmiş gibi tepki verebilirler.
Kıskançlık duygusunu çok yoğun yaşarlar. Kıskançlık onlar için, olası aldatılmaya karşı bir tedbir işlevi görür. Partnerlerinin başkaları ile olan ilişkilerine karşı aşırı hassastırlar. Acaba kiminle, ne konuştu? Neden onunla geziyor? Onu kandırabilirler! tarzında düşüncelere çokça kapılırlar. Kıskançlık beraberinde aşırı sahiplenicilik davranışlarını getirir. 
Terkedilme şeması olan kişiler, partnerleriyle sürekli birlikte olmak isteyebilir, onu yalnız bırakmaktan çekinebilirler. Bu birliktelik isteğinin altında, partneriyle vakit geçirmekten keyf almaktan ziyade Yalnız kalırsa başkalarına meyleder düşüncesi yer alabilir.
Kıskançlık ve aşırı sahiplenicilik tutumları zamanla kişide takıntı haline gelebilir. Kişi farkında olmadan günün önemli bir kısmını partnerinin onu terketmesi, aldatması ile ilgili düşüncelerle geçirdiğini farkedebilir.
Bu takıntılardan kurtulamamak da çaresizlik, yetersizik, ümitsizlik gibi duygulara yol açarsa kişi yoğun bir depresyon yaşayabilir.
Partnerlerinin sevgi sözcüklerini ve davranışlarını yeterli, güven verici bulmakta zorlanabilirler. 
Terkedilmemek için karşı tarafı bunaltacak kadar iyi davranabilirler; gereğinden fazla yardım eder, gereğinden fazla ilgi gösterebilirler.
Nasıl olsa günün birinde terkedecek olan eşe karşı gizli bir öfke duyabilirler. Bu durum bazılarında O beni terketmeden önce ben onu terkedeyim düşüncesine yol açabilir. Böylece en ufak bir tartışmada ilişki bitme noktasına gelebilir.
En özet ifadesiyle, terkedilme şemasına sahip kişiler güven verici bir ilişki yaşayamazlar ya da ilişkilerini güven duyarak yaşayamazlar.
Terkedilme Şemasında Şema Kimyası
Bu şemaya sahip kişiler ayrılma ve terkedilmeye karşı aşırı hassas olmalarına karşın, güven verici, dingin, huzurlu insanlardan ziyade her an elinden çıkıp gidecekmiş gibi duran, soğuk, mesafeli insanlara karşı daha çok ilgi duyarlar. Bu durum şema kimyasnın bir sonucudur. Şema(terkedilecek olma, ilişkinin bitecek olmasına dair temel inanç) bu şekilde kendini sürdürmeye çalışır. Terkedilme şemasına sahip kişilerin partnerlerinin bazı özellikleri şöyle özetlenebilir:
Evli ya da başka bir ilişkisi vardır; bu yüzden kişiye yeterince zaman ayıramıyordur.
Birlikte zaman geçirmeye çok fazla imkan tanımayan bir işi vardır veya işkoliktir.
Uzakta yaşıyor, çok seyahat ediyor olabilir.
Duygusal açıdan dengeli değil tutarsızdır. Alkoliktir ya da zararlı madde kullanıyordur. 
Duygusal olarak kişinin yanında yer alamıyordur, depresif veya içine kapanıktır.
Kişiye karşı düşüncelerinde emin değil; bir gün çok sever gibi olup başka bir gün sevmiyormuş gibi davranabilir.
İlişkilerinde özgürlükten yanadır; bu özgürlük her iki tarafı geliştiren bir özgürlükten ziyade rastgele, sorumsuzca bir ilişki yaşamayı ifade eder.
Özetle bu şemaya sahip kişiler, kendilerine güvenli bir ilişki vadetmeyen kişilere karşı daha çok ilgi duyabilirler. Şayet birlikte oldukları insanlar terkedici özeliklere sahip değilseler de kişiler, partnerlerini aşırı sahiplenerek, sorgulayarak, sıkıştırarak onları kendilerinden uzaklaştırabilirler.
Terkedilme Şemasına Psikoterapötik Müdahale
Terkedilme şemasına en iyi şekilde Şema Terapi yoluyla müdahale edilebilir. Çünkü Şema Terapi zaten şema kavramı etrafında şekillenmiş; terapi forülasyonu ona göre belirlenmiştir.
Şema Terapide öncelikle, danışanla birlikte kişide var olan şema(lar) belirlenmeye çalışılır. Bu şemaların nasıl geliştiği, şu anda kişi tarafından nasıl sürdürüldüğü, ve kişinin hayatında nelere mal olduğu ele alınır. Bu bağlamda şemaların içeriğini oluşturan düşünceler(inançar), anılar, duygular ve şemayı sürdüren davranışlar değerlendirilir. Buna dönük olarak Şema Ölçekleri kullanılır.
Şema Terapide en temel amaç şemayı sürdüren davranışların ortadan kaldırılmasıdır. Mesela aşırı kıskanç kişinin, partnerini takip etme, sıkıştırma, deneme gibi davranışları ele alınır. Temel çocukluk anılarıyla yüzleşilip yaşantılar yeniden anlamlandırılır. Burada en önemli nokta Yaşanmışı değiştirme şansımız yok; dolayısıyla anılarla uğraşmanın ne anlamı var? sorusudur. Anılarla ilgilenmedeki amaç, yaşantıyı değiştirmek değil, temel yaşantılarla bu günkü davranışlar arasındaki ortak noktaları yakalamak; yaşantıya bakış açısını, yaşantıdan çıkartılan yanlış sonuçları değiştirmektir. Mesela ebeveyni tarafından çokça eleştirilen bir çocuk kendini suçlu olarak algılayabilir; ancak anılar gerçekçi şekilde değerlendirildiğinde çocuğun hiç de suçlu olmadığı, aksine ebeveynin hatalı davrandığı anlaşılacaktır.
 
Şema Terapide Terkedile Şeması İçin Belirlenen Genel Hedefler Şunlardır:
 Diğer kişilerin eninde sonunda terkedecekleri, kişiden uzaklaşacakları, ya da tutarsız davranacaklarına ilişkin abartılı görüşü değiştirmek.
ü 
 Diğerlerinin her zaman tutarlı ve müsait olması gerektiğine ilişkin gerçekdışı beklentiyi değiştirmek.
ü 
 Partnerin orada olduğuna emin olmaya yönelik abartıyı ya da dışlanmaya odaklanmayı azaltmak
ü
 Tutarsız, dengesiz, ya da ölen veya evi terk eden ebeveyn anılarını yeniden yaşatmak için görselleştirme yoluyla anılara bakışı değiştirmek.
ü
 Tutarsız ebeveyne karşı öfkeyi dışavurmak.
ü 
 Kişinin, kendi ruhsal yapısının bir parçası olan İçindeki Terkedilmiş Çocuğu farketmesi ve ona şefkat göstermesine yardımcı olmak.
ü
 Danışanın tutarlı ve güvenilir eşler seçmesini sağlamak.
ü 
 Kişinin partnerleri aşırı kıskançlık, bağlanma ya da öfke ile uzaklaştırmamasını sağlamak.
ü 
 Zamanla yalnızlığı tolere edebilmeyi öğrenmesini; güvenli, tutarlı ortamlara alışmasını sağlamak.
ü 
Şema Terapi yoluyla varılmak istenen nihai hedef, kişinin uygun davranışlar sergileyerek, sevilme, ait olma, beğenilme, eğlenme, sağlıklı sınırlar gibi temel insani ihtiyaçlarına ulaşmasını sağlamaktır. Bu da zaten hem psikolojik problemleri ortadan kaldıracak hem de daha doyum verici ilişkilerin kurulmasına zemin hazırlayacaktır.
(Bu yazı
 http://www.toplumvesiyaset.com/  yayınlanmaktadır)  
 




Friday, November 13, 2015

Her tür Başkanlık Sistemi Türk tipi faşizme geçiştir! (Patronsuz, Generalsiz, Bürokratsız Sosyalizm)

erst_essen_dann_miete
1930′larda Almanya’da bir işçi mahallesi. Pencerelerden hem Nazilerin hem de Komünistlerin bayrakları sarkıtılmış. Hitler iktidara geçmeden hemen öncesi ya da iktidara geçtiği ilk günlerde.
Her tür Başkanlık Sistemi Türk tipi faşizme geçiştir!
Buna karşı nasıl mücadele edilmeli?
Patronsuz, Generalsiz, Bürokratsız Sosyalizm internet bülteni,, 12 Kasım 2015
http://pgbsosyalizm.org/
Kapitalist sistemin önümüze çıkardığı her baskı rejimine “faşizm” yaftasını yapıştırmamaya özen gösteren bir siyasi geleneğin mirasçılarıyız. Buradan kalkarak burjuva parlamentosunu dahi tümüyle feshetmeyen 12 Mart 1971 yarı-askeri diktatörlük rejimiyle 12 Eylül 1980 askeri diktatörlük rejimlerini faşizm olarak nitelemedik. İşçi sınıfının ve Kürt halkının azılı düşmanı bu rejimleri “faşist” olarak nitelemememiz, faşizmi sadece bir küfür olarak görmememizden kaynaklandığı gibi gerçek faşizm tehlikesini de göz ardı etmemek gerektiği anlayışına dayanır. Gerçekten de henüz faşizm iktidara gelmemişken başta işçi sınıfına olmak üzere halka “İşte bu faşizmdir!” derseniz insanları yanıltarak gerçek faşizm tehlikesini küçümsemelerine sebep olursunuz. Bu ise tehlikelerin en büyüğüdür.
Bilindiği gibi ne 12 Mart 1971 ne de 12 Eylül 1980 askeri müdahaleleri faşizmin çok bildik işlevlerini yerine getirememişlerdir. İşçi sınıfı tümüyle atomlarına parçalanıp örgütlü bir sınıf olmaktan çıkarılıp korporasyona dayalı bir “meslek sahibi” insan topluluğu haline getirilememiş; Kürt halkı da kendi kimliğini reddetmek zorunda bırakılarak bu rejimlere biat eder hale getirilememiştir. Nitekim 12 Mart 1971’den hemen sonra –yani daha 1973’ten itibaren– Türkiye sınıf mücadelesinin gördüğü en mücadeleci sınıf örgütlenmelerinin serpilip gelişmesine tanık olunmuş (DİSK), Kürt halkı da Viranşehir olaylarından kalkarak kitlesel direniş hattına geçmiştir. Gene 12 Eylül 1980’den sonra da, özellikle 1989 Bahar Eylemleriyle birlikte, işçi sınıfı mücadelesinde Zonguldak eylemine kadar uzanan ve Türk-İş’teki tutucu sendikal yapıların yönetimlerinin büyük bir bölümünün tasfiyesiyle sonuçlanan dönem yaşanmıştır. Aynı dönemde Kürt halk hareketinin nasıl geliştiğini anlatmaya gerek bile yok. İşte bütün bu gelişmeler, 12 Mart ya da 12 Eylül rejimleri gerçekten faşist olsalar bu biçimleriyle meydana gelemezdi. Bu türden gelişmeler ancak “faşist” rejim yıkıldıktan sonra gündeme gelebilirdi ki, kitle hareketi sonucu yaşanan böyle bir yıkıma da tanık olmadık. Demek ki bu rejimler gerçekten faşist olsalar işçi sınıfı ve Kürt hareketindeki bu yükselişler o kadar kısa sürede yaşanamazdı. Anlatmak istediğimiz; faşizmin sadece kontrgerilla ya da devletin ordusu, polisi, MİT’i, JİTEM’i ve artık İŞID’ı tarafından uygulanan vahşet, gaddarlık, katliam ve işkenceyle tanımlanmadığı, aynı zamanda toplumun ezilen kesimlerinin kendi içinden çıkan, dolayısıyla onları aynı mekânlarda birlikte yaşadıkları için yakından tanıyan, “çılgınlaşmış” küçük burjuva, işsiz, lümpen ve “sınıfsızlaşmış” bir düşman kitle hareketinin ürünü olduğudur. Dolayısıyla hiçbir askeri diktatörlük rejimi –ne kadar vahşi olursa olsun– toplumların iç dokularını faşist hareket kadar bilemeyeceğinden, onun kadar zararlı olamaz. Başka bir ifadeyle, faşist hareket futbol maçının oynandığı stadın tribününde sizin yanınızda, içinizde örgütlenir, sizi çok iyi tanır, oysa her tür askeri diktatörlük üzerinizdeki baskısını ancak “dışarıdan” kurar.
“Kara Cumartesi” sonrası Konya stadında olanlar “Türk” tipi faşizmin ayak sesleridir!
Ankara’da gerçekleşen “Kara Cumartesi” katliamında 100’den fazla Kürt ve Alevi yurttaşımızın katledilmesinin ardından yaşanan gelişmeler “Türk” tipi faşizmin ayak sesleridir. AKP henüz Hitler’in Nazi Partisi olmadığı gibi, onun kurmak istediği “Osmanlı Ocakları” da kuşkusuz henüz SA birlikleri değildir. Ama bu, gidişatın o yönde olmadığı anlamına gelmez. Zaten “Türk “tipi faşizm de kuşkusuz “görkemli” Alman faşizminin tırnağı olamayacaktır. Kriz halindeki kapitalist sistemin yavrusu olan faşizm, elbette kapitalizmin en güçlü olduğu emperyalist ülkede gerçek hüviyetine bürünecek, kendisine bağımlı bir yarı-sömürge ülkedeyse onun kötü bir taklidi olacaktır. İtalyan faşizminin bile Alman faşizminin yanında ne kadar pespaye kaldığı çok iyi bilinir. Ama bütün bunlar Türkiye’de gerçek ifadesini Başkanlık Sistemi diretmesinde bulan anlayışın faşizme geçiş süreci olduğu gerçeğini değiştirmez. Dolayısıyla Türkiye’de her türlü Başkanlık Sistemine geçiş, şekillenmekte olan faşist hareketin iktidar mücadelesiyle eş anlamlıdır. Her türlü Başkanlık Sistemine direnişse faşizme karşı mücadelenin olmazsa olmaz ilk adımıdır. Sorun; Başkanlık Sistemi “şöyle olursa kabul ederiz, böyle olursa kabul etmeyiz” meselesi olmadığı gibi, Türkiye koşullarında bu tartışma konusu dahi yapılabilecek bir sistem de değildir.
Konya’daki milli maçta yaşanan hadise –Ankara’da katledilenlerin dahi “halk” tarafından kitlesel olarak yuhalanması– ve ardından da Davutoğlu’nun şehrinde AKP’nin ezici çoğunluğu elde etmesi kitlesel bir faşist hareketin doğuşunun habercisidir. Almanya’da faşizm kendi sembolünü nasıl “Gamalı Haç”ta bulmuşsa, Türkiye’de de “Türk-İslâm” sentezinde bulmaktadır. Çünkü Türk-İslâm sentezi Kürt ve Alevi düşmanlığı demektir. Ve gene “Türk-İslâm” sentezi Türk tipi faşizmin kendisidir. Gamalı Haç’ın Yahudi düşmanlığının Türkiye’deki karşılığı Kürt ve Alevi düşmanlığıdır. MHP’nin elinden alınıp Saray’ın hizmetkârı yeni AKP’ye monte edilmeye çalışılan “Türk-İslâm” sentezi; yarı-kaçık, yarı-soytarı “ırk”, “kan hattı” ve “mezhep” teorilerinden beslenen Türk faşizminin “ideolojisi”dir. Artık Saray ve şürekâsı bu ”ideoloji”nin rehberliğinde yürüyorlar! Son olarak Silvan’da Kürt halkına karşı uygulanan zulüm, bu “ideoloji”ye uygun biçimde TSK’nın ve Emniyet Kuvvetlerinin arasına yerleştirilen ve Saray’ın emrinde olan IŞİD’cilerin öncülüğünde yürütülmektedir. Bu aslında bir intikam operasyonudur. Söz konusu olan Kobane’nin intikamıdır.
Faşizmin ilk hedefi işçi örgütlerini korporatizme sürüklemekse…
Alman faşizmi gibi bütün faşizmlerin ilk hedefi işçi sınıfının örgütlerinin imhası ve korporatizme sokulmasıdır. Saray ve AKP hükümeti yıllar içinde bunu fazlasıyla gerçekleştirmiş bulunuyorlar. 2013 Haziran İsyanının sonuçta başarısız kalmış olmasının esas nedeninin işçi hareketi üzerindeki bu korporatizm belası olduğu bütün çıplaklığıyla ortadadır. Korporatizmin etkisinden uzak bir Haziran İsyanı AKP hükümetini kolaylıkla devirebilirdi. Bu böyle olmadığı gibi, bunun sonrasında korporatizm daha da güçlendi ve öncelikle Hava-İş ve Petrol-İş sendikalarımız faşist hareketin eline geçtiler. Kamu çalışanları sendikalarının çoğunluğu, Türk-Metal ve genel olarak Türk-İş yönetiminin Saray ve hükümet yalakalığı dikkate alındığında Türkiye işçi sınıfının örgütlü kesimleri üzerinde ”Türk” tipi faşizmin nasıl egemen olduğu kolaylıkla görülür. Muazzam ordu ve polis cihazını eline geçirmiş faşist hareketin önündeki görünür tek engel sanki Kürt hareketidir. Ama o da nereye kadar?
Hayır, görünüşe aldanmayalım, durum hiç de o kadar umutsuz değil!
Seçim sonuçlarına bakarak moral bozukluğuna kapılmak kadar yanıltıcı bir değerlendirme olamaz. 2002 yılından bu yana, bu seçimlerden (yüzde 10 barajlı ve eşitsiz propaganda imkânlarına dayalı) çok yaşandı. Hiçbiri kitlelerin gerçek ruh halini yansıtmıyor. Kimse unutmasın, 2013 Haziran İsyanı AKP’nin gene yüzde 49 oy aldığı 2011 seçimlerinin ardından gerçekleşmişti. Bugün Kürt halkının cansiperane bir biçimde isyan safına geçtiği bu ortamda, büyük kentlerde de Saray düşmanlığının en azından 2013’le aynı kaldığını varsaysak bile, Saray’a karşı harekete geçen ve potansiyel olarak harekete geçebilecek olan kitle aslında Haziran Ayaklanması günlerine göre daha güçlüdür. Kaldı ki “Türk” tipi faşist hareket henüz yeni şekillenmeye başlıyor ve karşısında yukarıda sıraladığımız devasa güçler olduğu için, onu yenilgiye uğratmanın da yolları aslında ardına kadar açık. Yeter ki, o yollar layığınca kullanılabilsin. Her şeyden önce, şimdilik bile olsa toplumun çoğunluğu mevcut 12 Eylül ürünü seçim sisteminin bütün anti-demokratik basıncına –yüzde 10 seçim barajı, sadece AKP’ye propaganda yapma imkânı veren uygulamalar, sandığa gidişlerin engellenmesi vs.– rağmen Saray’a ve onun partisine, bırakın Başkanlık Sistemini Mecliste geçirebilecek sayıda milletvekilini, o sistemi tek başına referanduma götürebilecek sayıda milletvekilini dahi vermemiştir. Bu toplumun Kürtleri, Alevileri ve laik Türkleri aslında çoğunlukturlar. Osmanlı bozuntusu monarşik bir rejim arzulayan Cumhuriyet düşmanı faşist hareket azınlıktır.
İlk yapılması gereken nedir?
İlk yapılması gerekeni söylemeden esas tehlikeyi söylemek gerekiyor. 7 Haziran seçimlerinden önce yazmıştık, tehlike arttı, o halde bir kere daha yineleyelim; “seçim sonuçları ne olursa olsun bu meclisin yeni anayasa yapmaya kalkışması olası kitle hareketine en büyük darbe olur. Çünkü yüzde 10 barajlı, eşit propaganda imkânının bulunmadığı seçimin sonucunda oluşacak bu gerici meclisten (HDP’li ya da HDP’siz fark etmez) ‘demokratik’ bir anayasa beklentisi içinde olmak ya safdil liberallerin ya da emperyalizmin doğrudan ajanlarının işi olabilir. Militarizmin ve gericiliğin koordinasyon merkezi olarak faaliyet gösteren AKP’nin öncülüğünde yazılacak bir anayasa nasıl demokratik olabilir ki?”
Evet, yani ilk yapılması gereken, seçimlerin hemen ardından, henüz meclis bile toplanmamışken AKP tarafından ortaya atılan anayasa tartışmasına dahil olmak ve AKP’nin öncülüğünde bir anayasa yazmak değildir. İlk olarak yapılması gereken mevcut parlamentonun feshini bir kitle hareketinin temel şiarı haline dönüştürmek olmalı. Yani 12 Eylül Anayasası’nın ürünü bir seçim sistemiyle yapılmış seçimleri reddetmek ve bunun yerine yüzde 10 barajının sıfırlandığı, her siyasi partinin ve örgütün diğerleriyle eşit propaganda imkânlarına sahip olarak katıldıkları egemen bir Kurucu Meclis seçimini talep etmek. Demokratik bir anayasa yapıp yapmamaya da ancak halk egemenliğini temsil eden böyle bir heyet karar verebilir. Türkiye halklarının Başkanlık Sistemine değil, demokrasiye ihtiyaçları vardır. Sadece egemen bir Kurucu Meclis Tayyip Erdoğan’ın ya da başkalarının hayallerini süsleyen tek şef diktatörlüğüne kapıları kapatır ve o meclisin başkanı da Başkan ya da Cumhurbaşkanının yerine sade bir devlet başkanlığı statüsünde yer alır.
Sonuç olarak, cılız da olsa var olan parlamenter sistemin, dolayısıyla tüm muhalefet partilerinin de sonu olacak Başkanlık Sistemine geçişe karşı duracak bir kitle hareketinin başlıca bileşenlerinden biri olacak HDP’nin kendi seçilmiş milletvekillerinin de yer aldığı bu parlamentonun feshini talep etmesi kuşkusuz çok anlamlı olur. Bu talep, demokratik bir kitle hareketinin vazgeçilmezi olmak zorundadır.
İkinci görev nedir?
İşçi sınıfını paryaya, toplumun geri kalan bütün kesimlerini kendisine biat etmiş ümmete çevirmeye çalışan Saray’ın ve şürekâsının cumhuriyet, demokrasi ve laiklik düşmanı faşist Yeni Osmanlıcı anlayışına karşı bütün ezilenlerin cephesinin kuruluşuna yönelmek ve bunu en somut birleşik mücadelenin bir örgütlenme ayağı olarak şekillendirmek bir diğer olmazsa olmaz gerekliliktir.
Son olarak işçi sınıfı örgütleri
Yukarıda ileri sürdüğümüz türden bir kurucu meclisin oluşması için acil olarak Kurucu Meclis Eylem Komitelerinin her mahallede, her fabrikada, her işyerinde, her köyde yaratılması bir zorunluluktur. Bu eylem komiteleri daha şimdiden Kürt illerinde halk milisine dönüşmüş durumda. Ezilenlerin Birleşik Cephesi bu eylem komiteleri üzerinde yükselecektir.
Öte yandan böyle bir cepheye işçi sınıfının önderlik edebilmesi için bağımsız işçi örgütlerine ihtiyaç vardır. Böyle bir birleşik mücadelenin yürütülebilmesi için bütün sosyalist yapılar önlerine ivedilikle kaybedilmiş olan işçi örgütlerinin yeniden kazanılması hedefini koymalıdırlar. Kaldığı kadarıyla da olsa Hava-İş, kaybedilmiş olan Petrol-İş, gerçek bir mücadele mevzii haline gelmiş olan Türk-Metal’in dağıtılıp yerine Birleşik Metal’in geçirilmesi mücadeleleri programlı ve sebatlı bir çalışmanın sonunda kazanılmalıdır. İşçi hareketi mücadelesinde başlangıç bu olmalı, tabii ki daha orta vadede Türk-İş’in korporatizmden kurtulması yoluna girilmelidir. Mevcut işçi örgütlerinin korporatizme teslim oluşu ve örgütlü kesimin dışındaki işçi sınıfının da esas olarak bilinçli mezhebi bölünme sonucu Saray’a teslimiyeti kalıcı bir durum olamaz. Saray’ın emir komutası altındaki örgütlü işçi sınıfının ondan kopması, küçük esnafın ya da atölyelerde çalışan çırakların ondan kopmasından çok daha hızlı ve gürültülü olacaktır. Dolayısıyla ilk elde, ne kadar faşist hareketin kontrolünde olursa olsun örgütlü işçi sınıfına sistemli olarak yönelmek sosyalist hareketin varlık sebebidir.
Sonuç olarak
Dolayısıyla yıllardır tekrarlanan seçim komedyasına aldırmadan Türkiye’de faşist hareketin gelişimini engellemek fazlasıyla mümkündür. 1 Kasım AKP’nin her türlü riski –Kürt illerinde savaş dahil– göze alarak gerçekleştirdiği bir “seçim” oldu. Bu baskılara rağmen, Saray karşıtı güçlerde bir gerilemenin söz konusu olmadığı bir ortamda yaşıyoruz. Tam tersine bu güçler giderek daha fazla bileniyorlar. Görev büyüktür: Sadece Türkiye’nin ve Kürdistan’ın değil, bütün Orta Doğu’nun geleceğidir söz konusu olan. Bunun için de birleşik mücadele bir zorunluluktur. Haydi, HEP BİRLİKTE egemen bir Kurucu Meclis için her yerde Eylem Komiteleri oluşturmaya!
http://pgbsosyalizm.org/


Tuesday, November 10, 2015

Gérard Musy

Born in Switzerland in 1959, Gérard Musy received in 1986 his bachelor’s degree for an art history thesis on photographer Robert Frank. He currently lives in Paris working on commercial and personal projects. His clients include Armani, Paco Rabanne and other fashion labels, and his work is published in international magazines such as Vanity Fair, Harper‘s Bazaar and Skin Two. He has received several awards, including two Swiss Federal Grants, and his pictures are found among the collections of the Bibliotéque Nationale de France, the Swiss Foundation for Photography in Winterthur and the Museum de L’Elysée in Lausanne.

Saturday, November 7, 2015

Michal Karcz

1



I was born in 1977 in Warsaw, Poland. I had graduated from the High School of Art in Warsaw. My journey into the world of photography began in the early 90’s, but at that time my biggest passion was painting. Painting helped me develop vision that was hard to create. Unfortunately I had to leave the paintbrush and canvas. A few years ago, I opened “the door” to my own world with help of a different key…

My early fascinations of painting and photography was combined into one piece, with use of digital tools. This digital photography and software gave me the opportunity to generate unique realities that are impossible to create with ordinary dark room techniques. Most of my work is the journey to the places which don’t exist, places from my dreams, desire and imagination. I’m taking my inspiration from many artists and it doesn’t matter if they get across to me by sense of vision or hearing.
I always try to make an extraordinary picture and my goal is to make a viewer stop for a minute, to influence on emotions and take away from reality. Am I making it happen?. appraise yourself