
Yıldırım Türker
Kahkaha Devrimi
Gülmenin hazla beslenen, Otoriteyi sorgulayan bozguncu
niteliği, insanlık tarihi boyunca bu insanı diğer canlılardan ayırt eden yegâne özelliğin
etrafında hep sorunlu bir alan oluşmasına neden olmuş. Ciddiyetin tevazu ile
eşleştirildiği semavi dinlerin ilk yasaklarından biri denetlenemeyen
kahkahalar. (Oysa İ.Ö üçüncü yüzyılda yazılmış bir Mısır papirüsünde ilk Mısır
tanrısının dünyayı otoriteryan sözcüklerle değil kahkahayla yarattığını
okuyoruz. Tanrı kaosla yüzleşiyor ve onu kahkahasıyla uzaklaştırıyor. Işığın
içine sevinç ve coşku dolu bir dünya salıyor. “Tanrı güldüğünde, dünyaya
hükmedecek yedi tanrı dünyaya geldi...ikinci kez kahkahaya boğulduğunda sular
oluştu, yedinci kahkahasında ruh doğdu. İnsanın eğitimi gülme dürtüsünü
denetleyebilmeyi öğrenmesi üstüne kurulu. Kişinin gelişmesi, uygar dünyada
sorumlu bir birey olarak yerini alması, neşesini, coşkusunu, onu apansız
dürtüveren mizah sinirlerini yatıştırmayı, evcilleştirmeyi öğrenmesini şart
koşuyor. Büyüğüne boyun eğmenin, disiplinli bir köle olmanın göstergesi
mümkünse hazırolda durup iyice nötr, anlamından boşaltılmış bir ifadeyle
karşısındakinin ötesinde belirsiz bir yere gözlerini dikip emirleri
beklemektir. Kahkahanın muhteşem müridi Mark Twain “Dünyadan Mektuplar”da şöyle
diyor: “Çünkü soyunuz, bütün o yoksulluğuna karşın, tartışmasız olarak
gerçekten etkili bir silaha sahiptir: Gülme. Güç, para, inandırma, destek
toplama, baskı yapma ñbütün bunlaróyüzyılların çabasıyla devasa bir dalavereyi
kaldırabilir, biraz yerinden oynatabilir, biraz zayıflatabilir; ama onu bir
darbede paramparça edecek olan şey gülmedir.” Hayatım boyunca ‘dalaksız’
olduğum için katlanmam gereken otorite durakları karşısında morarıp tıkanarak
kahkahamı bastırmaya çalıştım. İlkokuldan başlayarak derslerde öğretmenlerimin
suratına bir kahkaha patlatmamak için çektiklerimi hâlâ midemde kasılmalarla
hatırlarım. İkide bir bizim bataryayı karşısına dizip engin hayat dersleri
veren yüzbaşı karşısında başım ciddi bir belaya girmesin diye boğulmanın
eşiğinde tıkanışımı, çalıştığım birkaç işyerinde amirlerimin gülünç otorite
takıntıları karşısında yaşadığım acılı kramplarımı da hiç unutmadım. “Gülme!”,
bütün çocukluk ve ilk gençliğimin en zor uyduğum yasağı oldu.
Gülmenin korkuya, baskıya, otoriteye karşı en etkili silah olduğunu; dünyayı
tanıma ve anlama yolunda atılacak ilk dev adım olduğunu hissetmek için içinde
bulunduğunuz kültürün ilkel muktedirlerine bakmak yeterli. Recep Tayyip
Erdoğan’ın mizah duygusu üstüne kaç cümle kurabilirsiniz? Yok yok, beyefendinin
mizahla yegane ilişkisi nesne olaraktır. Daha çocukken bize gülmeyi
yasaklayan, zekanın en önemli çıkışını tıkayarak beslenmemizi kısıtlayan
Otorite, insan olmanın hazzına düşman. Mizahın ne büyük bir tehlike
olduğunu bilir, başa çıkabildiği dille de mücadele eder. Mizahın
özgürlükle olan ilişkisini kanımca en güzel dile getiren Mikhail Bakhtin’dir:
“Gülmenin olağanüstü bir gücü vardır. Nesneyi yakına getirir, onu parmağın
bildik bir hareketle her yanına dokunabileceği somut temas bölgesine çeker, baş
aşağı döndürür, içini dışına çıkarır, ona yukarıdan ve aşağıdan bakar, dış
kabuğunu kırar, merkezine bakar, ondan kuşkulanır, onu böler, parçalarına
ayırır, soyup sergiler, özgürce inceler ve onunla deneyler yapar. Gülme bir
nesne karşısındaki, bir dünya karşısındaki korkuyu ve acıma duygusunu ortadan
kaldırır, onu tanınan bir nesneye dönüştürür, böylece özgürce araştırılması
için zemin hazırlamış olur. Gülme, korkusuzluk gibi bir önkoşulun
gerçekleştirilmesinde yaşamsal bir etmendir; bu önkoşul olmaksızın dünyaya
gerçekçi olarak yaklaşmak olanaksızdır. Gülme bir nesneyi kendine çekip bildik
kılarak, onu gerek bilimsel, gerek sanatsal sorgulayıcı deneyin ve özgür
deneysel düşgücünün korkusuz ellerine teslim eder.” Evet. Gülmek, düşgücünün
korkusuz ellerinden tutar. Dünyayı zeka ve neşeyle yıkıp yeniden kurar. Otorite
tarafından yalnız sorumluluk özürlüsü olarak görülen kadın ve çocuklara
yakıştırılır. Çünkü bozguncudur. İşte bu yüzden çocukların karşısına geçip
‘gülmeyin’ diye tepinen öğretmen, bize hayat diye vaat edilen hücrenin ilk
habercisidir. Gezi parkında başlayan ayaklanma, öncelikle bir Kahkaha
Devrimidir.
Şehadete değil, kahkahaya inananların başlattığı bir devrimdir. Lidersiz,
otoritesiz bir harekettir. Yegane borcu, MetÜst’e, Yiğit Özgür’e, Latif’e ve
onlarca has kahkaha bağımlısınadır. Devlet’in ağzı açık kalakalmışlığı bu
Kahkaha Devrimi’nin zafer nişanesidir.
2013 Haziran (Penguen dergisi için yazıldı)
