Tuesday, April 8, 2014

KÖR FOTOGRAFÇI EVGEN BAVCAR



Neden kör bir adam, şeffaf gözlükler takar? Neden Paris'te, ünlü Toulouse-Lautrec kahramanı Aristide Bruant gibi aynı siyah şapka, pelerin ve kırmızı atkı ile yürüyerek dolaşır? Neden cesurca, hiç görmediği yağlı boya resimler ile ilgili radyo programlarında konuşur ve neden acaba fotograf çeker?

Bu kişinin adı : Evgen Bavcar, O bir sanat fotografçısı ve tamamen görme özürlü. 1946 yılında Slovenya'da küçük bir kasaba da dünyaya gelmiş. 12 yaşına gelmeden, arka arkaya geçirdiği kazalardan sonra iki gözünü birden kaybetmiş. Dört yıl sonra, ilk defa bir fotograf makinası sahibi olmuş ve aşık olduğu kızı fotograflamak için kullanmış. Hatıralarında; "Bana ait olmayan bir şeyi 'çalıp', film üstünde ölümsüz hale getirmek fikri, çok büyük haz verdi. Sonra da anladım ki görmediğim bir şeye de 'sahip' olabilirim".  Bavcar, University of Ljubljana'da Tarih okumuş, ve  Sorbonne'da Felsefe eğitimi almış. Parise yerleşip akademik kariyer yaparak aynı zamanda fotograf çalışmalarını yogunlaştırarak geliştirmiş. 1988 yılında "City of Light’s Photography Month" da Resmi Fotografçı seçilmiş. O tarihten itibaren eserleri tüm Avrupa da yaygın olarak sergilenmiş. Walter Aue, Alman şair, Bavcarı, Niepce, Fox Talbot ve Daguerre den sonra "Fotografın dördüncü mucidi" olarak adlandırmıştır.
Bavcarın eserleri "görme gücü", "körlük" ve "görünmez" arasındaki ilişkiyi tartışır. "Benim işim görünür dünya ile görünmez dünyayı yeniden bir araya getirmek. Fotograf bana, var olan metodlardan ayrılarak, gören ile görmeyen arasındaki algılama farklılıklarını gösterme me yardımcı oluyor."
O fotograflarını ve imgelerini gecenin karanlığını taşınabilir el lambaları ile kazıyarak yapıyor."Çekim yapmadan önce, yapacağım her fotograf önceden kafamda net olarak çizilmiş olmalı. Konuştuğum kişileri çekebilmem için kamerayı ağız seviyemde tutarım. Otomatik odaklama bana yardımcı olur, fakat kendim de kontol edebilirim : Basitçe, ellerimi kullanırım, sonrasında ise kendimi arzuladığım o imgeye bırakırım."  Eserlerini yaratırken mutlaka bir başkasına gereksinim duysa da, o yine de her teknik detayla ilgilenir. Filozof-fotografçı Bavcar çekim yaparken, özellikle çocukların yardımını alır ve sonuçların değerlendirmesini yaparken sözel notlardan zevk alır. "Kendimi fotografı gerçeğin bir zaman dilimi olarak saymayan kişilere daha yakın hissediyorum. Daha çok kavramsal bir yapı, resim dilinin sentetik bir formu olarak algılıyorum. Fotograf ta seçmiş olduğum yön, belgesellikten çok kavramsallık."
Fotograf dünyasında bazı yayınlarda "ilk ve tek kör fotografçı" olarak adlandırılsa da New York'ta yaşayan Paco Grande ve Flo Fox, görme özürlü ve fotograf konusunda da bir hayli ilerlemiş sanatçılardır. Fox kent görüntüleri ile, Grande ise Andy Warhol ve Jessica Lange çekimleri ile bir hayli tanınmışlardır. Diğer tamamen kör fotografçılar Latin Amerika, Asya ve Orta Avrupa da yaşamaktadırlar. Toun Ishii kendisini Japonya daki Fuji dağına adamıştır. 
 
Bavcar'ın şeffaf gözlükleri ve Bruant tarzı atkısı, kendisinden sakınılan görüntülere karşı koyuşu gibidir. Genel olarak görme özürlülerin kullandığı klasik siyah gözlükler, onların hem fiziksel görme bozukluklarının hem de klişeleşmiş sembolik "körlük" ile anlaşılma etkisini arttırır. Onun yerine Bavcar'ın kullandığı şeffaf gözlükler onun aydın dünyada yerini almasını sağlar. Kıyafetleriyle de bir anlamda görsel olarak ulaşamadığı nesnelerle oynar ve bir anlamda dış görünüşle alay eder. Bavcar, bir görme özürlünün doğasından gelen duygusal ve kavramsal bilgiler ile donatılmış olarak görsel dünyayı fotograflamaya çalışır. Belki de Bavcarın "körlük" üzerine kullandığı en önemli sembol yakasına taktığı aynadır. Sanatçı görmenin sonunda görülme olarak talep edildiğinin farkındadır, özellikle kadınlarda. Kendisi görülme eylemini sunamadığı için ve karşısındakine güven verebilmek için aynayı kullandığını söyler. 
Fiziksel görünüm ve imge yapmaya, hayal kurmaya, olan arzunun birbirlerinden farklı şeyler olduğu kabul edilirse; şaşılması gerek şey; görme özürlü birisinin fotograf yapması değil, ama bizim bu olaya şaşkınlıkla bakmamızdır. Bu şaşkınlık ifademiz, bir görme özürlüyü, fiziksel durumundan daha çok etkiler. 
"Bilinçsiz", "patavatsız", "boşboğaz", "önyargılı", "yanlış hüküm veren", "cahil", "mantıksız", "inatçı", "umarsız" gibi kelimeler bazen "kör" ile eşanlamlı kullanılsada, hiç birinin göz merceği ile ilişkisi yoktur. Sorulması gereken soru "körlük" hakkında değişik disiplinlerden gelenlerin ne dediği değil, "körlüğün" bunlar için ne söylediğidir. 
* Benjamin Mayer-Foulkes, "The Blind Photographer" dan alınmıştır.


Kendi Ağzından Yaşam Öyküsü:


Babam öldüğünde 7 yaşındaydım, onunla ilgili en canlı anım, bana oyuncak bir tabanca alması idi. Sanki kaderinle hep savaş der gibiydi. Küçük bir ülkede doğdum ve sürekli diğer komşu ülkeler tarafından tehdit edilmesinin nedenini hala anlamış değilim. Bu durumun kişisel olarak benim için de aynı olacağını ve benliğimi savunmak için bu kadar çok enerjiye sahip olmam gerektiğini yeni yeni öğreniyorum.

Çok yaramaz bir öğrenciydim, hocalarıma hep problem oldum. Dersten çok teknolojiyi ve kitap okumayı seviyordum. Bir gün bir ağaç dalı sol gözümü yaralayıp kullanılmaz hale getirdiğinde bu durumun ilerde başıma gelecek felaketlerin habercisi olduğunun farkına çok geç vardım. Aylarca tek gözümle dünyaya baktım ve bir gün bir maden patlatıcı bomba sağ gözümü de aldı. O anda tam anlamıyla kör olmadım, ama zaman içinde yavaş yavaş görüşüm azaldı. Işığa tamamen elveda demem bir kaç ay sürdüı. Görsel dünyadaya veda ettiğim son anlarda ışık ve renklerle çok mutluydum. Dünyanın benden kaçtığının farkındaydım. Sesler ve renkler arasında bağlar kurmayı öğrendim. Mavi sesli güzel bayanlar, kırmızı sesli huysuz erkek ressamlar tanıdım. Bütün bu gözlemler bana siyah bir zevk vermeye başlamıştı.
Güneşin varlığını ısıdan anlardım ve hissederdim. Bir gün bir arkadaşımın evinde, sokaktan gelen araba seslerinin yönünde yürüdüm ve cama geldim, camın yarı açık olduğunu anlayıp arkadaşıma seslendim. "güneş bu gün iyi ısıtıyor" dedim. O da bana kaloriferin önünde duruyorsun dedi, çok gülmüştük.
Müzelerde ya da sergilerde rehberimin bana vermeye çalıştığı bakışı dinlerken arka planda ayak seslerini ve sessiz ve sürekli bakışların varlığını hissederim. Heykel, bana estetik duyumsamayı verir. Yaygın olmayan bir şekilde, bana müzelerde heykellere dokunma izni verilmiştir. Onlara dokunarak eski efsaneleri anlamaya ve özümsemeye çalışırım.
Kamera tarafından çekilmiş ve düz bir yüzey üzerine çıkan görüntüler bana bakmazlar. Ben sanatımı ya da bakış açımı, başkaları tarafından görülen fotograflarımla anlatmaya çalışıyorum. Bakış açım; tüm rüyalarımın ve hayallerimin bir toplamı, ayrıca "karanlık" sadece bir görüntü ve durum hali.
Her yeni gün kuş sesleri ile geldiğini müjdeliyorsa, ben de yıllar geçtikçe gündüz sesiyle gece sesini ayırt etmeyi öğrendim.