Seçim sonuçlarıyla hayal kırıklığına uğrayanlar, hangi hayallere kapıldılar bilemiyorum demeyeceğim, çünkü nelerin peşinde koştuklarını aşağı yukarı biliyoruz.
Aslında, ‘hayal’ kelimesini bu işe bulaştırıp kirletmemek lazım, sözün gelişi hayal diyorum, hesap demek daha doğru. Yoksa önemlidir hayaller. Gerçeklerin bize dayattıklarına karşı koymak için hayal kurmak lazım, o hayallerin peşinden koşmak lazım. Yeter ki böyle hayallerimiz olsun.
Berbat hesaplar, berbat ittifaklar
Aslında Türkiye’de iktidara muhalefet edenlerin asıl sorunu, ‘daha iyi bir Türkiye ve daha iyi bir dünya’ hayalleri olmaması. Mesele seçim kaybetmek bile değil, daha kötüsü. Öyle olduğu için, dilleri kekemelikten kurtulamıyor, öyle olduğu için muhalefet etme adına berbat hesaplarla berbat ittifaklarla çıkmaz bir yola saptılar.Seçim sonuçları üzerine muhalefet partilerinin, çevrelerinin üzerinde tepinmek değil maksadım. Tam tersine siyasal eleştirinin asıl muhatabı öncelikle iktidar olmalı diye düşünen biriyim. Ama, muhalefeti işin içine katmadan, bir Türkiye tablosu çizemeyiz. O nedenle muhalefet üzerine konuşmadan geçemeyiz diyorum, hepsi bu kadar.
Diğer taraftan, ‘Halk ne yaparsa doğrusunu yapar’ diye işin içinden sıyrılmak yanlısı da değilim. Böylesi bir yaklaşım, ancak iktidar yanlılarının sorumluluktan kaçma aracı olur. Veya, ‘Eyvah iktidar gücünü kaybetmemiş, teslim olmaktan başka çare yok, bari şimşekleri üzerime çekmeyeyim’ diyen korkakların tavrı olabilir.
Bir başka utanmazlık
Dahası, eskiden, ‘Toplumun çoğunluğu ne derse desin, onlar zaten cahil bir kütle, doğruyu biz biliriz’ tavrı utanmazca sergilenebilirdi, şimdi onun yerini en ufak bir eleştiriye karşı bile ‘Sen çoğunluğun kararına karşı mı çıkıyorsun, halka cahil mi diyorsun?’ demek utanmazlığı aldı.Demokrasinin değil, iktidarın zaferi
Açık konuşalım; seçim sonuçları ‘demokrasinin zaferi’ falan değil, iktidarın zaferi. Sonuç ters istikamette de olsa demokrasinin zaferi değil muhalefetin zaferi olacaktı.Türkiye’de demokrasinin, zafer kazanacak tahayyülü, mecali yoktu. 2002’de AKP’nin iktidarı onca engelleme çabasına karşı demokrasinin zaferiydi. Artık söz konusu olan çoğunluğun desteğini almaya devam eden otoriter bir iktidar.
Önce şu yaygın ‘galat’lardan kurtulalım; doğrusu halk ne ‘hata’ yapar, ne ‘doğru’ yapar, sadece ‘kendi doğruları’ istikametinde seçimini yapar. Siyasette doğru ve yanlış yoktur, farklı anlayışlar vardır.
Çoğunluk iktidarı
Demokrasilerde, çoğunluğun seçimi iktidar olur, o iktidara da kim ne açıdan isterse o açıdan eleştiri yapar. Bir iktidarı ne kadar büyük bir çoğunluk seçerse seçsin, o iktidar ‘Sen kaç kişisin, sayın kadar konuş’ demeye başladığı anda ve ölçüde otoriter bir siyaset söz konusu olur. Nitekim, 2011’de büyük bir çoğunlukla iktidar olan AKP Türkiye’yi otoriter bir siyasal yapıya sürükledi. Halen tablo budur.AKP’yi destekleyen çoğunluğun partilerine desteği sürdürmek ve hata artırmak için birçok gerekçesi olabilir. O gerekçeleri kavramaya çalışmak laik otoriter siyasetin önünü kesebilirdi; o zaman kıymetliydi, o zaman demokrasinin önü açılabilirdi, olmadı.
Şimdi ise o gerekçelere sığınmak, Türkiye’nin muhafazakarların iktidarı altında, otoriter siyaset çizgisinde seyrine devam ettiği gerçeğini etkilemez. Çünkü otoriter siyaset, çoğunluk ve azınlık iktidarı meselesi değil, iktidarın siyaset etme biçimiyle alakalı bir durumdur. Nitekim, darbe ve devrim sonucu başa gelenlerin dışındaki tüm otoriter rejimler çoğunluk iktidarıyla başa geçer ve orada kalmaya devam eder. Türkiye’deki hal de budur.
Hem evet, hem hayır
Buradan hareketle, ‘AKP’ye oy verenler pek de demokrat sayılmaz, bu kesimin özgürlüklere saygısı yok’ denilebilir mi? Evet ve hayır.Evet, çünkü, özgürlükler karşısında bu denli baskıcı davranabilen bir iktidara destek verenler kendi refah ve özgürlüklerinden başkasıyla belli ki ilgilenmiyorlar, dahası başkalarının özgürlüklerin kısıtlanması gerektiğine kolaylıkla ikna olabiliyorlar.
Tek tesellimiz
Hayır, çünkü diğer partilere oy verenlerin ‘diğerlerinin özgürlükleri’ konusunda daha demokrat olmadıklarını da gayet iyi biliyoruz. En demokrat olanlar bile daha düne kadar başörtüsü özgürlüğü talebi karşısında ‘kamu alanı’, ‘hizmet alan-veren’ tartışması yapıyorlardı.Bakmayın şimdi herkesin özgürlükçü kesilmesine. Bu durum, ne yazık ki özgürlük telakkisinin gelişmesinden ziyade ‘bükemediğin eli öp’ süreci sonucu oldu. Tek tesellimiz, genç nesillerin ‘başörtüsü’ gibi takıntıları aşmış gözükmesi ki o da AKP döneminde, bu alandaki normalleşme sayesinde gerçekleşti.
Sakın bu söylediklerimden, ‘Bizim milletimiz toptan otoriter zihniyetli, ne de olsa Doğru toplumu’ sonucunu çıkaran olmasın. Aslında, başkalarının hak ve özgürlüğünü içine sindirmek insanlığın, günümüze gelene kadar uzun süre ve çok direndiği bir haldir. ‘Haklar ve özgürlüklere dayalı Batı demokrasisi’ dediğimiz anlayışın tarih sahnesine çıkışı da hayata geçirilişi de çok zahmetli oldu.
Bu süreçte Batılılar birbirlerini boğazlamaktan çok zor vazgeçti. Orası öyle de Doğulu-Batılı demeden insanlığın acılı geçmişini aynen tekrarlamanın alemi yok, o nedenle sonuçlar üzerinden yürürsek aynı zahmetleri çekmeyiz diyoruz. Seçimden ibaret olmayan, hak ve özgürlükler esasını gözden kaçırmayan demokrasiyi içine sindirmek bu gerçeği kavramaktan ibaret.
Hayra alamet değil
Sonuç olarak, ne yazık ki Türkiye’de işler bu mecrada seyretmiyor, seçim sonuçları da, bu ülkenin, bu vasattan giderek daha fazla uzaklaştığını gösteriyor, bu hayra alamet değil. O nedenle esas sorunu bir an olsun göz ardı etmemek lazım.Gün gelecek, laf cambazlığının kimseye faydası olmayacak, dahası büyük vebali olacak.
Otoriter rejim kendini tahkim ediyor
Türkiye tam manasıyla bir parti devleti oluyor, otoriter rejim kendini tahkim ediyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de her şeyden önce bu çerçevede görmek, değerlendirmek durumundayız.İşi sayısal lotoya çevirmenin, üstüne iki okkalı laf uydurup yorum diye tedavüle sokmanın alemi yok.
Kimseyi demokrasi dışı yola davet etmiyorum, cehenneme giden taşları döşemekten vazgeçin, demokratik bir gelecek için ses verin diyorum. ‘Biz ne dersek diyelim, faydası yok, gerçekler ortada’ teslimiyetçiliğine de, korkaklığına da sığınmasın kimse. ‘Söz’ün önemini küçümsemeyelim, unutmayın ‘Önce söz vardı.’