İrep GÜNER Yusuf Ekinci, Ankara'nın tazminat davalarıyla ünlenen avukatıydı. Liceli tanınmış Ekinci ailesinden. 25 Şubat 1994'te bürosundan eve dönerken kaçırıldı. Ertesi sabah Ankara Gölbaşı'nda ölü bulundu. Ancak kaybolduğu gecenin sabahı, daha ölüm haberi ulaşmamışken Ekinci'lerin evini sallayan iki telefon var: Biri arkadan daktilo seslerinin geldiği, sözsüz; diğeri, ‘‘alo, kimsin’’ sorusunu ‘‘cehennemin dibiyim’’ diye cevaplayan iki telefon. En son arayan ise karakol; eşinizin cesedi Gölbaşı'nda bulundu diye. Ailesi olayı araştırırken, Oran yolundaki (Ekinci Çankaya'dan Oran'a doğru yol almaktayken kaçırılıyor) benzinci, kırmızı bir Toyota'nın dikkatini çektiğini (Ekinci'nin arabası kırmızı Toyota) arkadan gelen polis arabasının ona selektör yaktığını anlatıyor. Polis, Toyota'nın şoförünü dışarı çıkarıp üstünü arıyor. Benzincinin son gördüğü peşpeşe giden bu iki araba. Tam da Yusuf Ekinci'nin kaybolduğu saatler: ‘‘Biz olayın polis tarafından yapıldığını, en azından polis tarafından götürüldüğünü tahmin ediyoruz. Bunu söylediğimiz zaman hemen 'Aaa devlet yapar mı' dediler. Susurluk olduğu zaman da 'Aaa doğruymuş' dendi!’’ Susurluk'un ortaya çıkardığı ilişkiler, bu cinayetin faili meçhullüğünü silebilecek kadar netti. Ekinci ailesi Cumhurbaşkanı'na ve Meclis Başkanı'na üç kez mektup yazdı, cevap alamadılar. Dava faili meçhul raflarında hala açık. Ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi önünde. ‘‘Bir gün hiç unutmuyorum eşim dedi ki; Ülkü, yakında bu cinayetler büyük şehirlerde de olacak ve Ankara'da bunlardan biri ben olacağım.’’ 1993'ün kasım ayı, dönemin başbakanı Tansu Çiller'in ‘‘PKK'nın haraç aldığı işadamlarının isimlerini biliyoruz, hesap soracağız’’ diyerek atıfta bulunduğu ünlü ‘öldürülecekler’ listesinin gündeme düştüğü zamandı. Yusuf Ekinci gibi avukat olan Ülkü Ekinci eşinin kendisini öldürülecekler arasında düşünmesine şaşırdı: ‘‘Niye sen olasın ki, sen ne yaptın ki? diye isyan ettim. Hiç birşey yapmama gerek yok ki dedi, bana.’’ Kaybolduğu akşam eşinin bu sözleri Ülkü Ekinci'nin aklından hiç çıkmadı. ‘‘Kabullenmek istemiyorum. Acaba kalp krizi mi geçirdi? Bütün hastaneleri, karakolları aradık. Çocuklar söylüyorlar ben babansız yaşayamam diyormuşum. O dönemin Kürt kökenli bir bakanına açtım telefonu; ‘Yusuf'a bu yapılmaz' dedi. Bir insan kaybolduğu zaman ne olduğunu biliyorlar. Kayıbın manası ‘yok edildi'dir.’’ Yusuf Ekinci'nin eşi Kürt değil. Üsküplü annesi ve babası başlangıçta evliliğine pek olumlu bakmamışlar. Ülkü Ekinci ise Hukuk Fakültesi'nde başlayan beraberlik günlerini tam bir aşk hikayesi diye anlatıyor. Sevgisi Diyarbakır'daki yaşamını da kolaylaştırmış. Eşinizin kimliğini bir renk olarak mı kattınız hayatınıza? - Evet, ilk önce öyleydi. Ama ölümünden sonra o kimliğe iyice sarıldım. Maddi zorluk yaşamadığınızı anlıyorum. - Hayır yaşamadım. Bir hafta sonra geçtim işin başına. Bu aile, bu isim yaşatılacak dedim. Kinim ve çocuklara olan güvenim, bizi ayakta tutan odur. Türkiye'yi terk etmeyi düşündünüz mü? - Düşündüm. Çok güzel bir aileydik. Kolay değil kaldırmak. Televizyonu açıyorsunuz, nefret ediyorsunuz... Çatlı'nın da eşini ağlarken gördünüz. - Evet... O kadına da acıyorum. Onlar da kullanıldılar. Çatlı burada oyuncak. Esas yapanlar devletin içindeki çetenin başında. İntikam duygusu yerleşti mi içinize? - Ah onları görsem. Benim yanıma da gelebilecek kadar yürekli olabilselerdi keşke. Ama bakın Allah var... Onlara korkunç kin doluyum. Kalbim diyor ki görecekler... Devlete en büyük ceza kendi kokuşmuşluğu. Bireysel anlamda da ellerini vicdanlarına koydurtacak olaylar yaşadı bu işin sorumluları. Ama yetmez bunlar, yetmez! Ölüm gününde Yusuf Ekinci'yi mezarında andıktan sonra evde Kürtçe müzik çalıp dansediyorlar. Armanç; Ekinci ailesinin ilk oğlu. Mühendis. Babasının öldürülmesinin üçüncü yıldönümünde, babası adına kurdukları vakfa şöyle yazmış: ‘‘...Yaşamak direnmektir Armanç diyorsun, söz veriyorum sana direneceğim.’’ Şevin 1976 doğumlu. Ekonomi bölümü mezunu. Susurluk kazasına sevinmiş, ilahi adalet, devamı gelecek diyor. 20 yaşındaki Sertaç, ailenin hukukçu kimliğini devam ettirmeyi düşlüyor: ‘‘Oğlu olmaktan gurur duyuyorum ama bilinsin ki oğlu olmak kolay değil... Onu öldürenler bilsinler ki yeni Yusuf Ekinciler yetişiyor.’’ Diyarbakır'da kaçırılıp işkenceyle öldürülen Vedat Aydın'ın eşi Şükran Aydın İntikam duygusu yok bende Vedat Aydın Diyarbakırlı; doğulu büyük bir ailenin siyasi, yasal zeminlerde ‘‘Kürt haklarını’’ arayan sesiydi. HEP'in de Diyarbakır İl Başkanı. Kaçırıldığında 5 temmuz 1991'di. İki gün sonra Diyarbakır'a 80 kilometre uzaklıkta Maden Köprüsü'nde bulunduğunda ölüydü. Vücudu kırılmış, parçalanmış, ardından kurşunlanmıştı. 37 yaşında güçlü, kuvvetli, yapılı bir insandı. Cesedi zorla teşhis edildi. Eşi Şükran Aydın Hürriyet'e ilk kez konuşuyor: ‘‘Hep demokrasi mücadelesi vermek istiyordu, silaha bulaşmadan. Onu anlatmak benim için çok zor. Herkese karşı dürüsttü.’’ Eşini anlatırken sesi düşüyor Aydın'ın. Bir evde doğup büyümüşler; amca çocukları. Şükran Aydın eşinin ölümünü hiç ‘‘faili meçhul’’ cinayet diye tanımlamadı. Ama Aydın'ın dosyası faili meçhul olarak rafta bekletiliyor. Aile Susurluk'tan sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvurdu. Hayati tehlikeyi, tehdidi hayatınızın hangi dönemlerinde hissettiniz? - Hep hissettik, tehdit kapımızdaydı. Ölüm o kadar yakındı ve ben ona hazırdım. Kendiniz için korktunuz mu? - Korkunun ecele faydası yoktur. Hele bu bölgede yaşıyorsan, Kürtsen mesele bitmiştir. Hele Vedat Aydın'ın eşiysen... Asla ‘‘ölüm’’ demiyor, hep ‘‘gitmek’’ diye bahsediyor eşinin öldürülmesinden. ‘‘Sona’’ hep hazırmış ama böylesine değil: ‘‘Gitmesinden iki gün önce eşim oturup konuştu. Ya iki gün kalmış, ya iki ay, ya da yetmiş gün. Çocuklardan, arkadaşlardan, aileden konuştuk, meğer vasiyetiymiş o. Tahmin ediyordum artık saatlik yaşıyor, günlük bile değil. Yani bir sokak ortasında kaçıracaklar veya başka bir yerde öldürebilirler. Ama gece yarısı gelip yataktan çıkarıp götürecekleri aklıma gelmedi.’’ Vedat Aydın gece onikiye çeyrek kala eve gelen üç kişi tarafından kaçırıldı. Evin önünde iki araba vardı; biri siyah Kartal. Giderken ne söyledi? - Giderken bana bir mesaj verdi... Artık ölüme gidiyorum, yüzde 99 ölü olarak eve geri döneceğim diye gitti. Çocuklarla vedalaşma şansı oldu mu? - Çocuklardan zaten biri evde değildi. Diğerleri yatıyordu. Emniyete götürüldüğüm zaman bir polis bana işte şu saatte evden çıkmışsınız, buraya buraya gitmişsiniz, birer dondurma yemişsiniz, yolda meyve almışsınız Yanınızda iki çocuğunuz vardı, biri yoktu. O kadar net. Söyledikleri doğruydu. Siyah Kartal bütün gece takip etti. Ölüm haberini aldığınızda, hazırlıklı da olsanız, duygu patlaması yaşamadınız mı? İsyan, intikam! - İntikam duygusu yok bende. Umarım hiç kimsede olmasın, kötü bir şeydir. Benim çocuğum babasız kalmış, başkasının babasız kalması gerekmiyor. Ya isyan? - İster istemez, biraz.... Benim gözümden tek bir yaş akmadı. Bu kadar mezarlığa gidip geliyorum, hala daha akmadı. Akmaması gerekiyor. Susurluk kazasını duyduğunuzda ne hissettiniz? - Benim oh, dediğim tek şey olacaktı, o da olmadı. Hüseyin Kocadağ'ın aniden ölmemesi gerekiyordu. Bir sene yatalak kalıp öyle ölecekti. Susurluk'un ortaya çıkardığı ilişkiler kafanızdaki cevapları değiştirdi mi? - Benim kafamda hiçbir cevap değişmedi, Susurluk raporunu da okudum, benim için birşey ifade etmiyor. Çeteler diyorlar. Yeşil onun sorgusuna girmiş; Yeşil veya Kocadağ benim için birşey ifade etmiyorlar. Katil olan, emri veren, devletin üst düzeyindeki insanların kendisi çetedir. Geniş toprakları olan Aydın ailesinin köydeki arazilerine el konulmuş. Ekip dikemedikleri için şimdi köyden gelirleri yok. Vedat Aydın ‘‘Ben gittikten sonra hayatınız olduğu gibi devam etmeli. Yas istemiyorum, çocuklar televizyon istesinler, teybi açsınlar’’ demiş. Eşi, ‘‘Bana düşen o vasiyeti yerine getirmek’’ diyor. Hiç yas kıyafetleri giymemiş. Babalarını küçük yaşta kaybeden (12, 7 ve 3 yaşlarındaydılar) çocuklarıysa hayata yavaş yavaş alışıyorlar. Kocadağ tehdit etti ‘‘Allah'ın rahmeti üzerinden uzak kalsın, Hüseyin Kocadağ o esnada buradaydı. Zaten, soruşturmayı kendisi sürdürdü. Tehdit etti. İfadeni değiştireceksin, değiştirmezsen devlet kuvvetlidir, seni de ortadan kaldırır, çocukların sokakta kalır. Ben de hep siz öldürdünüz, diyordum. En son Kocadağ, Şükran bacı sana birşey söyleyeyim mi dedi, söyle dedim: Devletin eli uzundur ve kuvvetlidir, gel bu inadından vazgeç, ifadeni değiştir. Sen de kurtul, ben senin çocuklarını düşünüyorum, dedi. Peki sen çocuklarımı düşünüyorsan niye babalarını ortadan kaldırdın?’’ Kocadağ bir kaç ay sonra tayin oldu. Ancak Şükran Aydın'a telefonla yapılan tehditler 1996'ya kadar sürdü. Bir polis arabası her gece gelip sabaha kadar kapısının önünde bekledi. |