Bugün 6 Mayıs. 6 Mayıs’ın bu topraklardaki anlamı çok çeşitli. Hüznü ve mutluluğu, ölümü ve dirilişi, umudu ve direnci simgeliyor. Birçoklarına göre de daha pek çok şeyi. Bugün Hıdrellez. Doğa tanrıcı inanışın günümüze taşıdığı en güzel inanışlardan biri.
Aynı zamanda bugün, gencecik üç fidanını darağacında idam eden bir ülkenin utancının yıldönümü. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın toplumsal belleğimizden çıkmayan, yıllarca da çıkmayacak olan o anlamlı ve onurlu bakışlarının bir kez daha yürekleri dağladığı gün…
Bugün Türkiye’de yaşananlara bakınca, geçmişle ve tarihle yüzleşme nutukları atanların, 27 Mayıs’ın idam ettiği Menderes, Polatkan ve Zorlu’ya karşı rövanş olarak öldürülen üç fidanın ayaklarının altındaki sehpaları çekenlerin hesabını sorup soramayacağı sorusunu bir kenara not edip, umudun hiç tükenmediği bu topraklarda yaşanan bir başka 6 Mayıs gününe, Antalya’ya gidelim.
Hıdrellez sabahı kırmızı hırkalı kadın denizden üç taş aldı ve...
Tarih 6 Mayıs 2010. Antalya, Konyaaltı sahili. Saat sabahın 5’i. Her yıl olduğu gibi Hıdrellez’i deniz kıyısında karşılayan yüzlerce Antalyalı kadın, kıyıdan topladıkları çakıl taşlarına dileklerini okuyup denize atıyor, kumsala resimler çiziyorlar. İçlerinden biri gökyüzünün koyu lacivert renginin altında parlayan kırmızı hırkasıyla eğilip elindeki şişeye deniz suyunu doldurdu. Sonra da üç çakıl taşını hırkasının cebine koyup gün ağarırken yola çıktı. Arabasına bindi. Yalnızdı. Yolu uzundu. Arykandos yamaçlarını sarıya kesen katırtırnaklarından, sedirlerden ve Torosların keçilerinden geçerek iki saat sonra Avlan Gölü’nün ortadan ikiye bölünen sularıyla buluştu.
İçinde garip duygular vardı. Hem huzur hem de tarihi bir anı yaşayan insanların gerilimi…
Avlan yollarında
Kırmızı hırkalı kadın, Hıdrellez sabahı Akdeniz’in kıyısından topladığı üç çakıl taşını cebinden çıkarıp birer birer Avlan Gölü’nün sularına bıraktı. İçinden, Deniz ve arkadaşlarının, üç fidanın ruhlarının “yıldızlarla yarışırcasına özgür olmasını”diledi. Sonra da yanında getirdiği karanfilleri ve Akdeniz’den doldurduğu suyu Avlan’ın sularına kattı. Suyun içinden de sürpriz iki çakıl taşı çıktı. Gülümsedi. Kimseye söylemedi ama göle düşen o iki küçük çakıl taşı için de bir dilek tuttu, gelecek güzel günler için…
Ufukta görünen üç kızıl kanatlı at
Deniz’in adının Elmalı ovasında bir efsane gibi dolaştığını duyunca o günlerin hikayesinin peşine düşüp, yaşananları hayretle okumuştu kırmızılı kadın. O akşam eve dönünce o gün yaşadıklarını dolu dolu yüreğiyle defterine şöyle yazdı: “Mavi derinliklerin koyu geceyle kavuştuğu ufukta üç atlı gördüm. Boğuk sesler yaklaştı ve kurşun ağırlığındaki bulutlardan inerken, suya değdiği yerde katanları kalana kadar kor olup yandı atların boz gövdeleri. Beyaz kanatların beyaz köpüklere vurarak çırpınışını izledim. Hiç direnmeden. Aman dilemeden. Sessiz, vakur bir kabullenişle boğularak yitip gidişini izledim, kara gecenin kararan derinliklerine. Ve üç kızıl gül tomurcuklandı iyot kokulu sulardan. Ufka doğru yol alırken ardı ardına, mavi derinliklerin koyu geceyle kavuştuğu ufukta üç kızılkanatlı at gördüm, doludizgin…”
Dönemin öğrencilerinden Korkmaz Alemdar sol arkada, Nurettin Sarılar sağ arkada ve beyler köyünden Halil Tak önde
Deniz’in ruhuna 40 yıldır kuran okuyan 88 yaşındaki kadının sırrı
Hıdrellez ve Deniz’lerin idam edildiği gün olan 6 Mayıs’ta Avlan Gölü’nün sularına Akdeniz’i, umudu ve aşkı mayalayan kırmızı hırkalı kadın, o günden sonra her 6 Mayıs’ta Avlan’a gideceğine söz verdi. Aynı saatlerde Avlan’ın hemen yakınındaki Elmalı’da yaşayan ve bugün 88 yaşında olan bir başka kadın 40 yıldır sessiz sedasız Deniz ve arkadaşlarının ruhuna Kuran okuyup yemek dağıtıyordu.
Peki ibadetini ve inancını göstermekten imtina eden adı bizde saklı Elmalılı kadının, sessizce ve hiç aksatmadan her 6 Mayıs’ta yinelediği bu anmanın sırrı neydi?
Elmalı ovasında toprak kavgası ve 68’in ruhu
Bunu anlamak için biraz geriye gidelim. Tarihi yazanların değil, yapanların sessiz tanıklığını anlamadan bu ülkede hiçbir şeyi tam olarak çözemeyeceğimizi de unutmadan… Yıl 1968. ODTÜ’lü beş öğrenci, gece yarısı saat 01’de bir otomobile binerek apar topar Antalya’ya doğru yola çıkar. O günlerde öğrenci olanların arasında, Deniz ve arkadaşlarının ruhuna Kuran okuyan Elmalılı kadının, İstanbul’da öğrenci olan oğlu da vardır. Elmalılı kadın, bütün öğrencileri kendi oğluyla bir tutar. O yıllarda bütün annelerin bütün askerleri kendi oğluyla bir tuttuğu gibi… Gençlerin Antalya’ya gitme nedeni, Elmalı ovasındaki köylülerin yöredeki ağalara karşı yürüttüğü toprak kavgasından yükselen çığlıklardır. Elmalı’nın Beyler, Bayralar, Karamık, Sarılar, Taşağıl, İslamlar, Eymir, İmircik ve Yuva köylerindeki topraksız köylüler, Avlan gölünün taşkınlarından geriye kalan arazileri ekerek varlıklarını sürdürme çabası verirken, köylülerle ağalar arasında uzun süredir derinden seyreden toprak kavgası da yavaş yavaş yüzeye çıkmaya başlamıştır.
‘Öyle bir mahsul vardı ki, o derece yani…’
İlk kıvılcım ağaların köylülerin ekili arazilerini traktörlerle ezmesiyle patlak verir. 1967 Ağustos’unda, Avlan gölü kıyısında jandarma eşliğinde hasat etmeye hazır ekinleri ezen traktörler kısa sürede yüz binlerce liralık mahsulü ‘telef’ eder… O günlerde Elmalı otobüs garajında otobüsçülük yapan Yusuf Karacaoğlu tanık olduğu bu olayı şöyle anlatıyor: “Bir gün Isparta’dan komando birlikleri geldi. Askerler köylüleri kontrol altında tutuyorlardı. Ağaların adamları traktörlerle mahsulü ezdiler. Öyle güzel bir mahsul vardı ki, buğday tarlasına giren traktörlerin yalnızca egzoz boruları görünüyordu! O derece yani.”
Kıyımdan kıyam’a Elmalı’da isyan günleri
Birkaç ay sonra Türkiye’nin yakın tarihine damgasını vuracak gelişmelerden birine gebe olan Elmalı Ovası’ndaki köylüler, bu ürün kıyımından sonra ‘kıyam’a geçecek, çırılçıplak soyunarak kendilerini ağaların traktörlerinin önüne atan köylü kadınların yarattığı dramatik sahnelerin bütün ülkede yankılanmasıyla da yıllarca bitmeyecek bir hukuk savaşına dönüşecekti. ‘Elmalı Olayları’ olarak tarihe geçecek olan toprak işgalleri de böylece ülke geneline yayılacaktı. Elmalılı kadınların çığlığını ilk duyanlar dönemin öğrencileri olur.
Avlan gölü
Öğrenciler Elmalı’ya koşuyor
Köylülerin çağrısına uyan öğrenci grupları birer birer Elmalı’ya gelmeye başlar. Değişik aralıklarla Elmalı’ya gelen ve köylülere destek veren beş yüze yakın öğrenciler arasında, Sinan Cemgil, Korkmaz Alemdar, Aydoğan Büyüközden, Gülay Kurnaz (Göktürk), Hayri Eroğlu, Nurettin Hiçyılmaz, Mehmet Cantekin, Seçkin İnceefe, Atilla Keskin, Mustafa Akgül, Ercan Enç, Sahir Koçak, Timur Erkman ve Kamuran Bekir Harputlu gibi isimler vardır.
‘Jandarma ağaların, öğrenciler bizim askerimizdi…’
Öyle ki Elmalı köylülerinin yanında toprak ve hukuk mücadelesine giden öğrencilerin arasında Deniz Gezmiş’in adı da eklenir. Köylülerin birçoğu Deniz’i gördüklerini, dönemin öğrencileri ise Deniz’in o günlerde Elmalı’ya giden öğrencilerin arasında bulunmadığını söyler. Ancak Deniz’in adı, dönemin tüm öğrencilerinin suretinde bir efsane gibi Elmalı ovasında dolanmaya başlar. Ağaların zulmü ve toprak kavgaları dönemini yaşayan köylüler, “ağaların askeri jandarmaydı, bizim askerimiz ise öğrencilerdi” diye anlatırlar o günleri. Elmalı’da bugün bir çok insan anımsamasa da 1967-68 arasında bölge köylülerine destek vermek için gelen yaklaşık 500 öğrencinin ruhu bir hayalet gibi Avlan kıyılarında dolaşıyor.
Deniz Gezmiş’in savunmasındaki göl
Deniz Gezmiş’in “Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga” etmekle suçlandığı iddianameye karşı verdiği savunmada Elmalı ve Avlan Gölü’nün de yer alması boşuna değildir. Tarihin tekerrür etmeye doymadığı bu topraklarda yaşam alanlarını savunanların vatan hainliği ile suçlandığı bugünlerde Deniz’in savunmasını yeniden yeniden okumak, yaşam savunusu verenlere ilaç gibi gelecektir: “Elmalı, Antalya’nın bir ilçesidir. Bu kasabaya 10 km . uzaklıkta Karagöl’ün etrafında birkaç köy bulunmaktadır. Altmış yıldan beri köylülerin tasarrufunda olan toprak, Balkan Savaşı, Birinci Emperyalist Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde, köylüler savaşta oldukları için göl çevresindeki araziyi ağalar tasarrufları altına almışlardır… Sonradan devlet tarafından göl, kanallar açılmak suretiyle kurutulmuştur. Kurutulan göl yerindeki araziyi köylüler kullanmaya başlarlar. Ağalar ise toprağın çok verimli olduğunu gördüğü için, ‘göl kurutulmadan önce çevre arazinin tasarrufu bize aitti’ diyerek hak iddia ederler. Bir taraftan köylüler, diğer taraftan ağalar ekip biçmeye başlarlar. Ağalar, toprağı köylülerden almak için jandarma çağırır, köylülerin ekinlerini sürmeye başlarlar. Bu defa köylüler toprağı işgal ederler, fakat jandarma zoruyla işgal durdurulur. Bugün kurutulan gölün bütününü ağa işletmekte ve köylüleri de emrinde ortakçı olarak çalıştırmaktadır. Böylece Birinci Emperyalist Savaşta ve Kurtuluş Savaşında vatan savunmasına katılan köylüler geçim kaynakları olan arazilerini ağalara kaptırmışlardır. Elmalı’daki bu arazinin miktarı 15 bin dönüm civarındadır.”
İki kadın, üç fidan ve dirilişin günü
Biz yine başa dönelim. Bugün 6 Mayıs. Ülkenin birçok köşesinde hüzün ve umut kol kola dolaşacak. Deniz ve arkadaşlarının mezarı başında, dağlarda, deniz, göl, ırmak kıyılarında atacak hayatın nabzı. Türkiye’nin toplumsal belleğini sıfırlamak için gösterilen inanılmaz ayak oyunlarına karşı Antalya’da kırmızı hırkalı o kadın Akdeniz’in sularına üç kırmızı gül bırakıp, üç çakıl taşını cebine koyarak yine Avlan’ın yolunu tutacak…
Deniz ve arkadaşlarını 40 yıldır sessiz sedasız ve gösterişsiz ve ağır başlı anmayla en anlamlı biçimde bağrına basan Elmalılı kadın, iyice zayıflayan ellerini kaldırıp yine aynı duayı edecek bu ülkenin çocuklarına…
Deniz’in ruhu binlerce yıllık inanışlarla harmanlanarak Anadolu’nun suyuna, toprağına karıştırmıştır. Bu ülkenin değerlerini silmek için çırpınanların fena halde yanıldığı nokta tam da burası.
Bugün 6. Mayıs. Yeniden dirilişin günü…
Yusuf Yavuz