Friday, August 9, 2013

“Gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi”*



 Gri-mavi bir kalkan: Özgürlük ve “kedi” | Anıl Ceren Altunkanat

“Gölgeme dadanmış bir tuhaf güz kedisi”*

Kedi her zaman tam olması gerektiği gibidir; ne eksik ne fazla. Bıyıktan kuyruğa kusursuz bir bütünlüktür; gözlerde kendini olanca cesaretiyle ortaya koyan koca ve tam bir varlıktır. Betimi kendinde ve kendi içindir; zorlamaya gelmez. Dile gelmez.
Kedi özgürlüğün beden bulmuş halidir. Çoklarınca sevilmemesi bundandır.
Ama Colette bu çoklardan biri olmasa gerek ki Dişi Kedi’nin (çeviren Azra Erhat, Can Yayınları) ana karakteri, en sağlam direği Saha adında gri-mavi bir kedi. Her kedi gibi kişilikli, seçici ve cesur; Alain’in evlenmesiyle önce terk edilen, ardından egemenliğini sürdüğü bahçeden koparılıp apartman dairesine tıkılan Saha. Ve sonra, 9. katta üç kişi; Alain, Saha ve Camille… Saha’ya, Saha’ya duyulan sevgiye katlanamayan eş; Camille. Kıskançlık işin bir yanı; üzerinde durup düşünülmesi gereken diğer yön ise Camille’in Saha’da, Saha’nın gözlerindeki yansımadan eşi, Alain’da gördüğü ve korktuğu; gördüğü ve canice yok etmek istediği şey: Özgürlük.
Aslında Dişi Kedi çok yönlü okumalara, birçok farklı yoruma açık bir roman. Kısa mı kısa ancak bakış açısının oyunlarıyla hakkında yazılabilecekler engin; işte, tam da bu yüzden iyi bir roman. Dişi Kedi’yi kadın erkek ilişkisi ve kıskançlık; aristokrasi burjuvazi çatışması; ana, oğul ve eş üçgeni; kentleşme ve yabancılaşma sorunu vb. bağlamında ele almak olanaklı. Üstelik gerçekten de bu bağlamların hakkını vererek romanı yeniden ve yeniden okumak hiç de angarya olmaz.
Ancak şimdi, burada bir seçim yapmalı. Ve ister bu yaz soluduğumuz eşsiz havaya bağlayın ister kediye (ve elbet özgürlüğe ve doğaya) duyulan aşka, benim seçimim romanı özgürlük-insan bağlamında, fona doğa-insan ilişkisini koyarak ele almak olacak. İşim hayli kolay gibi, aslında romanı elinize alıp Saha’nın, o gri-mavi büyünün geçtiği her yere tutup özgürlüğü koyun, bu kadar. Doğa kendiliğinden geliyor.
Böyle bakınca elde ne var:  Genç adam, Alain, içinde büyüdüğü bahçenin her tonuna aşina; bu tonlar arasında soluk alıyor.  “Birkaç ağacın” gövdesine vuran güneşe bakıp, “Yaz ne kadar yaşlanmış” diyecek kadar o bahçenin, doğanın kendisi. Saha’ya tutkun, Saha ona tutkun; tutkudan öte bir doğal bağ sanki onlarınki. Saha, o ve bahçe; kimse ilişmediğinde öyle bir kendilik ve tamlık içinde, öyle bir kendine yeterli varlık biçiminde. Ama bir o kadar da insan, bizim Alain işte: kararlarında gevşek, adımlarında tembel, istekleri kendi içinde kavrulmaya eğilimli. Bıraksan düşüverir kalabalıklara, bir çırpıda yutulur. Pek kıymetli düşlerinde bile “gölge alanlara” kaçmaya uğraşan ama düşlere sadık; sarısalkımlar tutmasa, gül fidanının cilvesi olmasa yok gibi ama bir o kadar da var biri. Var çünkü seçim yapmış: Saha.
“Seni seçmezden önce, dünyada seçmek diye bir şey olduğunu bilmiyordum, Saha. Zaten sonra da ne seçtim ki?”
Camille. Camille’i seçmemek zor. Et ve kan o; toplumun ve genlerin emrettiği üreme ve güvenlik. Daha açık söylersek, toplumun ve insanın devamını sağlayan dinamiktir Camille: yaşın gelir evlenirsin, meşru bir cinsellik içinde topluma yavrular kazandırırsın. Tamam, şimdi uslu uslu yaşayıp, sessiz sedasız ölebilirsin. Ve ardında senden hoşnut bir kalabalık bırakırsın. Hoşnut etmeye ölmeden başlamalı elbet. Camille ve yavrular için bir ev; ağaç kesilmeli. Ne gam… Ev dikilene dek kopmalı o bahçeden; 9. kattaki gösterişli beton mezar tam da genç âşıklar için biçilmiş kaftan, değil mi? Gezmeler, yemekler, sevişmeler… Camille’de bedenlenen karşı koyulmaz bir güç; yalnızca “olması gereken”i istiyor çünkü. Bu yüzden çok çaresiz ve bu yüzden onunla savaşmak olanaksız. Neredeyse. Neredeyse çünkü yapılmış bir seçim var: Saha.
“Şişmiş yanakları, öne fırlamış dimdik avcı bıyıkları iğne sanki, kedi gülüyor gibiydi. Yüzündeki köşeler çekiliyor, kaslı oynak çenesi sertleşip kalkıyor, yüzü bütün kediliğiyle insanların unuttuğu bir söze, evrensel bir dile doğru zorlanıyordu.”
Saha… Yapılan seçimdir o, alınan sorumluluktur. Zorlamaz, sen seçersin onu. Ama seçtin mi yüreğinde haz ve sızıyı aynı anda sunan bir kıymık olur kalır. Ne o sensiz ne sen onsuz. Özgürlük kendini dayatmaz; özgürlük, bilincine varanı gönüllü bir tutsaklıkla kavrar. Sana doğayı sunar ve doğanın bilmediğin renklerini, gölgelerini. Ancak özgürlükle doğayı tanıyabilir, ona katılabilirsin – ve işte, tam da bu yüzden üç beş ağaç için canını ortaya koyabilirsin. Ancak özgürlükle ‘ben’den söz edebilirsin, kimsenin bundan hoşnut olmayacağını bilsen de. Ben insanın ikinci doğasıdır ve ben, her zaman, yalnızca özgürlüğün dilinde söylenir.
Saha, Alain’in kalkanıdır. Evet, özgürlük insanın kalkanıdır ve zordur, ağırdır. İnsanın aynaya bakabilmesini sağlayan bir zorluktur yine de. Dayatılana karşı, herkes gibi olma zorunluluğuna karşı, hoşnut etme ve ben olmama emrine karşı gri-mavi bir aşk… Ve belki aşk dediğimiz zaten hep özgürlüğe duyduğumuz, o benlikten kaçarak salt beni yaratmaya koşan tutkudur.
“İblis gibi güzelsin! İblisten bile güzelsin!” der Alain Saha’ya.
Melek, bir seçim sonucu İblis olmuştur. İnsan bir seçim sonucu ‘insan’ olur. Ya da kalabalıkların gölgesinde hoşnutluk mekanizmasını bir parçası… Direnmek ya da sığ sulara gömülmek elbet bir seçimdir. Saha ölmemek için tırnaklarını betona saplamaya çalışır; bu direniştir. Saha özgürlükse ve özgürlük insanı var edense, bunun dili direniştir; ister betona ister tüm dünyaya karşı (ki şimdi tüm dünya betondur).
İçinde kedi geçen her metin benim için özgürlüğe övgüdür ve bitimsizdir. Ancak şu satırlara elbette bir son vermeli, nokta koymalıyım; öyleyse bu yine kedice olmalı, özgürlüğe –elden geldiğince–  yakışmalı.
Kedi, yani özgürlüğün bedeni, direndiği için dokuz canlıdır. Dokuz canıyla hep direnecektir. Ve ne kadar ölse de koruyacak dokuz canı hep kalacaktır.

O halde selam olsun tüm kedilere, selam olsun tüm direnenlere!

·         Metin Altıok, “Bozlak Kedi ve Ölüm” şiirinden.