Baskı Hazırlık Metis Yayıncılık
Kitabın Baskıları: |
1. Basım: Mayıs 2002 |
Dünyanın
en eski mesleğinin fahişelik olduğu kabul edilir. Fahişeler tarih
boyunca aşağılanmış, dışlanmış aynı ölçüde de vazgeçilmez olmuşlardır.
Özetle bu kurum insanlığın zaman aşımına uğramayan en eski
ikiyüzlülüğüdür.
Türkiye dahil pek çok ülkede fuhuş yasal çerçeve
içine alınmıştır, ancak bunun bir meslek olup olmadığı, bu meslek
sahiplerinin ne tür hakları olması gerektiği hâlâ tartışmalıdır. Fahişeliğin Öbür Yüzü'nde
bu meslek, bizzat onu icra edenler tarafından anlatılıyor. Kitapta
fahişeliğin etik, hukuki ya da toplumsal boyutları doğrudan ele
alınmamakla birlikte, her kadının öyküsünde bütün bu sorunlar karşımıza
çıkıyor.On beş kadın, deneyimli gazeteci Fügen Yıldırım aracılığıyla okuyucuya ve topluma bu "iş"i seçiş nedenlerini, acılarını, dertlerini ve umutlarını aktarıyorlar. On beş tanıklık, sadece fahişeliğin değil, "Bu yola neden düştün?", "Nasıl düştün?" sorularının arkasında gizlenen toplumun diğer yüzünü de açığa çıkarıyor.
(...)
Seks işçileriyle ilk kez 1994 yılında
tanıştım. Çalışmakta olduğum dergi için bir yazı hazırlamaya karar
vermiştim. On beş kadınla yaptığım görüşmelerden öylesine etkilenmiştim
ki görüşmeler bitip yalnız kaldığım an, en yakın çay bahçesine oturup
kendime gelmeye çalıştığımı hatırlıyorum. Hırpalanmış gibiydim. Bu etki
zamanla hafifledi ama hep benimle kaldı.
Röportaj yaptığım
kadınlar, vesikasız olarak çalışıyorlardı. Bu yüzden polis tarafından
yakalanarak, sağlık kontrolleri için Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ne
getirilmişlerdi. Beni en çok etkileyen nokta, kadınların yaşadıkları şiddetin boyutu olmuştu. Buna katlanmaya razı olmak ya da göze almak! Buna hangi koşullar altında razı oluyorlardı?
Özel hayatları, çocukları, eşleri, üvey babaları-anneleri, kendi çocuklukları, yaşadıkları yoksulluk... Bu işe başladıktan sonra edindikleri sevgililer (dostları), pezevenkler, tehlikeler, tecavüzler, yalnızlıkları, müşterilerle yaşadıkları... Bütün bunları dergi sayfalarına sığdırmam imkânsızdı. Ama hiçbirinden vazgeçemiyordum. Hepsi zincirin birbirine geçen halkaları gibi birbirini tamamlayan bilgilerdi. Sonunda on sayfayla sınırlamaya çalıştığım yazım, dergide bölüm bölüm yayımlandı. Ama gördüklerim, duyduklarım ve hissettiklerim yazdıklarımdan çok daha fazlaydı. Bunu ancak bir kitapta gerçekleştirebileceğime o zaman karar verdim.
Tüm sorunların temelinde, toplumun seks işçileri hakkındaki önyargılarının, aşağılayıcı, damgalayıcı yaklaşımının bulunduğunu düşünüyordum. Mahkemelerinin, "fahişeye tecavüz edenlere ceza indirimi" uyguladığı bir ülkede yaşıyorduk. Genelevler, yasalarla düzenlenmiş, denetim altında tutulan kurumlar olduğu halde orada çalışanlar adeta görünmezdi. Sosyal güvenlikleri, hakları yok sayılıyordu. Aslında yok sayılan bizzat kendileriydi.
Bir yanda "kutsal aile" kurumu, diğer yanda eşlerini pazarlayan kocalar; bir yanda vergi rekortmeni seçilen genelev patronları, diğer yanda seks işçisi olduğu için aşağılanan, hor görülen, damgalanan kadınlar vardı.
O günlerde okuduğum, Prof. Dr. Yıldız Tümerdem ve arkadaşlarının 1993 yılında, kayıtsız çalışan seks işçileriyle ilgili Ankara'da yaptıkları araştırmanın sonuçları düşüncelerimi rakamlarla doğruluyordu. Araştırmaya göre kadınların yüzde 30'u kocası, yüzde 10'u diğer yakınları, yüzde 3.4'ü de sevgilileri tarafından satılıyordu. Para karşılığı seks yapanların yüzde 63.4'ü resmi nikâhla, yüzde 12.2'si imam nikâhıyla evlenmişti. Yani kadınlar toplumun bu ikiyüzlü anlayışının kurbanlarıydı.
Yıllar boyunca yazmayı düşündüğüm kitapla ilgili sistemli çalışmalara ancak 2000 yılının mart ayında, çalıştığım gazetedeki işimden istifa ettikten sonra başlayabildim. Hem kayıtlı (vesikalı), hem de kayıtsız (vesikasız) çalışan kadınlarla konuşmak istiyordum. Kayıtsız çalışanlarla nasıl iletişim kuracağımı biliyordum. Genelevlerde çalışan kadınlarla görüşebilmek ise oldukça zora benziyordu. Çalışanların kendilerini rahat hissedebileceği, patron, idareci (vekil), diğer çalışanlar ve zaman baskısının olmadığı bir ortam yaratmalıydım. Genelev koşulları, böyle bir görüşme için hiç de elverişli olmazdı.
Sonunda seks işçisi olarak çalışanların "Cancan" dedikleri, Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ne başvurdum. Sağlık Müdürlüğü'nden de bu çalışma için gerekli izni aldıktan sonra nisan ayında görüşmelere başladım.
Sık sık Zührevi Hastalıklar Hastanesi'ne gittim ve hem kayıtlı hem de kayıtsız olarak çalışan kadınlarla tanıştım. İlk görüşmelerde çoğunlukla ben konuşuyor, ne yapmak istediğimi, nasıl bir yaklaşıma sahip olduğumu anlatmaya gayret ediyordum. İçimde hep reddedilme korkusunu taşıyarak! Bu kısa sohbetlerde çoğunlukla telefon numaralarımızı alıp daha sonra görüşmek üzere ayrılıyorduk. Böylece gerçekten gönüllü olan kadınlarla görüşme imkânını da yaratmış olacağımı düşünüyordum. İkinci görüşmeler, çok daha yakın ve sıcak geçiyordu. Bazen dışarıda buluşuyor uzun bir zamanı birlikte geçiriyorduk, bazen de hastane bahçesinde.
Her görüşmede ayrı ama yoğun duygular yaşadım. Kimi zaman ayrıntıların içinde boğulduk. Yorgun düştük.
Dışarıdan aynı gibi görülen hayatların, her tanıştığım kadınla ne kadar ayrı olduğunu gördüm. Her kadının ayrı ve özel bir tarihi vardı. Aynı olanlarsa yoksulluk, şiddet, açlık, sevgi ve ilgiden yoksun geçen çocukluk yıllarıydı.
Görüşmeler sırasında duygu dünyamın karıştığını, kimi zaman suçluluk duygusuyla kıvrandığımı da söylemeliyim. Bu koşullarda para kazanmak zorunda olmadığım için, verdikleri mücadeleyi anlatan kadınlardan gizli gizli utandığım zamanlar oldu.
Kimi zaman çözüm arama cüreti gösterdim. Dünyaya, dünyadaki örneklere bakarak neler yapılabileceği üzerine uzun uzun kafa yordum. Bunu kimi zaman seks işçisi kadınlarla da tartıştık. Oysa buna gücümün yetmeyeceğini, yapmam gereken işin başka bir şey olduğunu en başından beri biliyordum.
Bu kitabı hazırlarken, en fazla bana anlatılanları aynen aktarabilmeye ve kadınların gerçek kimliklerini vermemeye özen gösterdim. Kitapta anlatılanların hepsi kadınların ağzından aktarılmış gerçek yaşamöyküleri olduğu halde, isimlerin hiçbiri gerçek değildir. Önce yaptığım görüşmeleri, izlenimlerimi de katarak yazmayı denedim. Ancak objektif olma kaygısıyla sonradan bundan vazgeçtim. Sonunda okuyucuyu anlatıcılarla baş başa bırakmaya, yani aradan çekilmeye karar verdim.
Bu sırada bulabildiğim konuyla ilgili kitapları, araştırmaları, tez çalışmalarını okudum. Bu konuda dilimize çevrilmiş birkaç kitap dışında çok az kaynak olduğunu söyleyebilirim. Beni umutlandıran, son yıllarda az da olsa bilim çevreleri ve bazı sivil kuruluşların yaptığı çalışmalar oldu. Önyargılardan uzak durmaya çalışan, sosyal destek çalışmalarını öne çıkaran, vatandaşlık hakkı, sosyal güvenlik, güvenli cinsel ilişki, işyeri koşullarının iyileştirilmesi gibi yeni yaklaşımlarla seks işçilerine dönük çalışmalar yürüten kurumları da yakından tanıma fırsatı buldum.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde projeler yürüten sivil toplum kuruluşlarının birkaçıyla haberleştim. Bazı kurumlar doğrudan seks işçilerine yönelirken, bazıları seks işçilerine hizmet veren hastane ve sosyal hizmet kurumlarını, bir bölümü de işyeri koşullarının iyileştirilmesi ya da sivil haklar gibi konulara öncelik veriyor.
Sivil haklar konusuna dikkat çeken projeler, sağlıklı olmanın insan haklarının ayrılmaz bir parçası olduğunu, bunun sadece seks işçilerinin eğitimiyle gerçekleştirilemeyeceğini söylüyor. Bu nedenle eğitimin sadece seks işçilerini değil, aynı zamanda müşteriler, patronlar, genelev yöneticileri, pezevenkler, sağlık çalışanları, polis ve yargıçlar, yerel yöneticiler, medya, komşular, aileler ve kişisel ilişkileri kapsaması gerektiğinin altı çiziliyor. Artık seks işçilerinin etrafında çok büyük bir sektör oluştuğunun, milyonlarca kişinin bu yolla para kazandığının farkında olarak.
Seks sektörü; turizmi, otelcilik hizmetlerini, sauna ve masaj salonlarını, sağlık kliniklerini, barları, ulaşım hizmetlerini, restoranları, içki ve sigara satışlarını da içine almış, uluslararası kadın ve çocuk ticareti ağlarını oluşturmuş durumda. Yani seks işçilerinin etrafında giderek gelişen, güçlü çıkar gruplarının da içinde yer aldığı, organize bir ekonomik yapı var.
Kimi ülkelerde seks ticaretinden elde edilen gelir, gayri safi milli hasıla içinde önemli bir pay oluşturuyor. Mesela Tayland'da 1995'te seks ticaretinin yıllık bilançosu 27 milyar dolardı. Aynı yıl Tayland'da sadece kentlerde seks işçisi olarak çalışan kadınların, köylerde yaşayan ailelerine gönderdikleri para, yılda 300 milyon dolara ulaşmış. Bu hükümetlerin kalkınma programlarına ayırdıkları bütçelerden bile fazla.
Bu sektörde çocukların sayısının her gün hızla artması en ciddi sorunların başında geliyor. Savunmasız oldukları için, kolayca fiziksel şiddetin, işkencenin, uluslararası pazarlamanın kurbanı olabiliyorlar. Hem cinsel sömürüye, hem şiddete maruz kalıyorlar, hem de yaşamları tehdit altında. Çocuklarla ilgili gerçek rakamlara, yetişkinlerde de olduğu gibi, ulaşmak mümkün değil. Ulaşılabilenler, sadece polis ya da hastane kayıtlarından elde edilebilen resmi rakamlar. Uluslararası Çalışma Örgütü'nün (ILO) 1998 raporu, 1997 yılında Filipinler'de 75 bin çocuğun bu sektör içinde yer aldığını yazıyor.
26-27 Haziran 2000 tarihindeki 1. İstanbul Çocuk Kurultayı'nda, Prof. Dr. Esin Küntay ve Doç. Dr. Güliz Erginsoy'un 1998 yılında yaptıkları, "Fuhuş Sektöründe Çalışan Kız Çocukları" başlıklı araştırmadan "İstanbul'da 500 kadar küçük yaşta kız çocuğunun cinsel sömürüye maruz kaldığı" bilgisine ulaşabildim.
Dünyanın hiçbir ülkesinde seks işçileriyle ilgili açık ve etkili bir kamu politikası ya da programının olmaması düşündürücü. Var olan düzenlemeler ve iyileştirme gayretlerininse etkisiz olduğu ortada. Bazı ülkeler, artık bu yöntemlerle "cinsel yolla bulaşan hastalıklar"ın önlenemeyeceğini, seks işçiliğinin denetlenemez bir alan olduğunu fark ettikleri için izinli genelevleri kaldırdı.
Göstermelik de olsa hâlâ genelevleri olan dünyadaki az sayıdaki ülkelerden biri de Türkiye. Genelevlerde çalışanlar düzenli olarak sağlık kontrolünden geçiriliyor. Ayrıca genelevlerde çalışmanın bazı koşulları var; kadın olmak, 21 yaşını doldurmak, Türk vatandaşı olmak, evli olmamak gibi.
Bu tanımın dışında kalan binlerce seks işçisi kayıtsız olarak çalışıyor. Erkek ve kadın seks işçileri, transseksüeller, travestiler, yabancı uyruklular ve çocuklar, işte bu kayıtsız çalışan çoğunluğu oluşturuyor. Çok daha zor ve riskli olmasına rağmen, genelevlere sınırlı sayıda seks işçisi kabul edildiği için, seks işçileri illegal olarak çalışmayı tercih ediyor ya da illegal çalışmak zorunda kalıyor.
Emniyet Genel Müdürlüğü'nün 1998'de yaptığı "Fuhuş Olaylarını Değerlendirme Çalışması"na göre, Türkiye'de toplam 56 tane genelev ve buralarda çalışan 2 bin 603 seks işçisi var. Oysa sadece İstanbul'da çalışan seks işçisi sayısının 30 bini geçtiği tahmin ediliyor.
Zaten ne genelevler ne de genelev çalışanlarına hizmet veren sağlık kuruluşları bu yükü kaldırabilecek altyapıya sahip. 30 bin çalışanlı bir genelev hayal etmek bile imkânsız. 30 bin kişinin haftada iki kez sağlık kontrolünden geçmesini de...
Yani "Genel Kadınlar ve Genelevlerin Tabi Olacakları Hükümler ve Fuhuş Yüzünden Bulaşan Zührevi Hastalıklarla Mücadele Tüzüğü"nün öngördüğü hükümlerin hayata geçebilmesi için kayıtlı seks işçilerinin, belli bir sayıda tutulması gerekiyor! Artık seks işçileri için genelevlerde iş bulabilmek eskisi kadar kolay değil, hatta imkânsız.
Görüldüğü gibi, yoksulluk arttıkça, seks işçilerinin sayısı da artmaya devam edeceğe benziyor...
Bu kitap seks işçilerinin yaşadıkları sorunları tartıştırabilir, en azından bazılarımızın yüzyıllardır içinde kök salmış önyargılarını sorgulamasına küçük bir katkı sağlayabilirse, amacına ulaşmış olacak.