Saturday, August 31, 2013

Korkularımdan korkuyorum



 
okyanusların yosun tutmamış
gözelerinde yaşayan deniz atının
ürkekliği var dizlerimde
solungaçlarım yorgun
yüzgeçlerim çolak
kuyruğum salyangoz sarısı
köpek balıklarına yem olmaktan
korkuyorum
yaban suların kör kuytularında

dedi karakedi

ve yürüdü elleri ceplerinde
soluk bir akşam vakti
sulu karlar yağarken kızgın damların
portakal rengine
buğurdanlar yayılırken
aç bebelerin gözlerinden
kahve kokuları sinmiş
gaz lambalarıyla ışıyan
düş bahçelerinde

vardı serseri kedinin
penceresine
damladı yağmur bulutlarından arta kalanlarla
sırılsıklam
bir dudak
iki pençe..
sığındı derinliklerine gözlerinin
yüzmek istiyorum dedi..
pınarlarından aşağı sicimlenmelerde
yürümek istiyorum
sahipsiz sokakları
gölgeme yaslanmadan
ıslığımın tükenmesinden korkuyorum
tükürüğümün beni boğmasından
sessizliğime kilit vurulmasından
aynadaki yüzümden korkuyorum dedi
sırra kadem bastı basacak deye...

kilim gibi dokunmuştu
arnavut kaldırımlarının çıplak yüzü
iğde kokuları sarmıştı
susam yanığı simitlerin ısırık uçlarını
bozacılar çoktan terketmişti köşeyi
eskicilerin kir dokuları kalmıştı ayak izlerinde
salep kokularına karışan
öksürüğü duyuldu bekçi bekirin
bir köpek uluması başı aya yönelmiş
bir çakal hırlaması leş peşinde
gümüş renkli azı dişli
bir ürperti takıldı diline
göbek bağı
koptu kopacak
yıkıldı yıkılacak korku duvarı
patladı patlayacak sınır boyları
taştı taşacak nehir sırtları
derken süryani mikrail
attı yükünü kamburundan
soluklandı
boyaları dökük meyhane kapısında..
bir cıgara içimi
soluk aldı
üfledi zehir yağan geceye...
attı omzundan
çatal kazığını
sapladı yere kürt israfil
sofuluğu bozduracak
bu kış
bu kıyamet
bu ihanet
teslim olacağız gayrı korkularımıza
ikiye katlandı ensesindeki derisi
gerindi
uzunca bir of çeker gibi
edi bese
dedi!
dilimizi kaytan gibi çekmekten
cehenneme direnircesine girmekten
korkar olduk
hakik tesbihi dede yadigarı
avucunda üfeleyerek
çömeldi
süryani kilisesinin duvarının dibine
kendi dilinde dualandı
anlamsız buldu
bu toprağın sağırlığını
korkularının ağırlığını
anlamsız buldu
kan akıtıcıları
kavgacıları
kıyamcıları
kerameti bokundan belli politikacıları
anlamsız buldu
elamcıları
eyyamcıları
dermancıları
kelalaka dedi yürüdü
geçti fıratı lastik salla
akıntıya kapılmaktan korktu
güneye uzanan köpüklü sularda
mayına takılmaktan korku
şalvarına sakladı korkularını
dal taşak!

herkes günahından asılır
herkesin korkusu
tekesi toklusu
kendi boynuna
kendi boyunduruğuna
deyemedi karakedi
sahiplendi
alemin mesesini
elalem ne der demedi
korkularına
korkular ekledi
tekledi
tekle
tek
tek başına kalmayı gözü yemedi
karışıp kedi sürüsüne
sürüleşmeden
yürüdü üstüne
üstünleşmeden
atıldı ileri
köpekleşmeden
 
böylesi kavgada var olmak için
varlığına tav olmak için
nisyan olmaktan korktu
isyana sığındı
sığıntı olmadan
kedice sevdi sevildi
evirdi çevirdi korkularını
devirdi kara çamlar gibi
devri aleme serildi

insan” olmak zor mu zor dedi
insanlaşmaktan korktu karekedi
toplu tüfekli
darlı darsız
vede arsız
medyalaşmaktan korktu
bankamatik
didaktik
atletik
artistik vede
fantastik
korkulu düşle
uyanmaktan korktu karakedi

ölümsüzleşmekten korktu karakedi
ölümsüzleş
ölümsüz
ölüm
ölü
ölü yaşamaktan korktu karakedi

korkularından korkmamayı öğrendikce
korkmamaktan korktu karakedi...


Volkan Kemal

Bu öyküsel düttürü, korku imparatorluklarına karşı isyanı bayraklaştıranlara adaklanmıştır.
 

Wednesday, August 28, 2013

Sus, kimseler duymasın.


Sus, kimseler duymasın.
Duymasın ölürüm ha.
Aydım yarı gecede
Yeşil bir yağmur sonra...
Yağıyor yeşil.

En uzak, o adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine,
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil.
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin.
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen, bilinmeyen ıssızlıkları.
Canımı, tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarıyla vurgun...
Sarıyor yeşil.

Rüya, bütün çektigimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram...
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.
Çatladı yüreği çakmaktaşının,
Ağıyor gök kuşaklarının serinliğinde
Çağlardır boğulmuş bir su...
Ağıyor yeşil.

Yivlerinde yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular...
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl-mışıl,
Uykular derin,
Yılan su getirir yavru serçeye,
Kısır kadin, maviş bir kız doğurmuş,
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil.

Aydım yarı gecede,
Neron, çocuk kitaplarında çirkin bir surat,
Ve Sezarsa, bir ad, yıkıntılarda.
Ama hançer taşı sanki
Koca Kartaca!
Hani, kibrit suyu vermişlerdi üstüne
Bak nasıl alıyor, yigit,
Binlerce yıl da sonra
Alıyor yesil.

Vurur dağın doruğundan
Atmacamın çalkara,
Yalın gölgesi.
Kuş vurmaz, tavşan almaz,
Ama aç, azgın
Köpek balıklarıydı parçaladığı
Bak, Tiber saygılı, suskun.
Bak nilüfer dizisi zinciri.
Bunlar bukağısı, kolbağlarıdır,
Cihanın ilk umudu, ilk sevgilisi,
Ve ilk gerillası Spartakus'un.
Susuyor yeşil.

Sus, kimseler duymasın,
Duymasın, ölürüm ha.
Aymışam yarı gece,
Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu.
Bir daha hangi ana doğurur bizi?

Ruhum...
Mısra çekiyorum, haberin olsun.
Çarşılarin en küçük meyhanesi bu,
Saçları yüzümde kardeş, çocuksu.
Derimizin altında o olüm namussuzu...
Ve Ahmedin işi ilk rasgidiyor.
İlktir dost elinin hançersizliği...
Ağlıyor yeşil.

Ahmed ARİF

Wednesday, August 21, 2013

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları

19. yüzyılın sonunda İngiliz fotoğrafçı Harry Pointer (1822 - 1889) özellikle kedilerin başrolünü aldığı bir dizi kartpostal fotoğrafı ile tanınmıştı.
Bugünlerde çok favori olan kedi fotoğraflarının öncüsü olan Harry Pointer garip denilebilecek bir çok çalışmaya imza atmıştı.
1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 0

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 1

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 2

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 3

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 4

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 5

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 6

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 7

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 8

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 9

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 10

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 11

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 12

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 13

1870'lerden ilginç kedi fotoğrafları Resim 14

Tuesday, August 20, 2013

[Anlatı] Yaşamın Ucuna Yolculuk - Tezer Özlü

"Yaşamın Ucuna Yolculuk" tan...
Doyum içinde ayrılacağımı sandığım bu yaşamdan, zaman zaman algılıyorsun ki, hiç de doyumla ayrılamayacaksın. Hiç yaşanmamış gibi. Doymak mümkün mü.
**
Yazarken öykü anlatacak değilsin. Çevre öykü dolu. Her insanın her günü öykülerle dolu.
**
Aynı gökyüzünün dünyanın tüm ülkelerini kapsamasına olanak var mı. Tüm yüzyılların, tüm özgürlüklerin, tüm savaşların, tüm cezaların, tüm haksızlıkların, tüm yiyeceklerin, tüm açlığın, tüm yoksulların ve acıların hala var olduğu bugünün dünyasını aynı gökyüzünün bürümesine olanak var mı.
**
Tren raylarını severim. Bağımsızlığı, gidebilmeyi, kalmak zorunda olmamayı, uymak zorunda olmamayı anımsatır. Tren rayları bir tür bağımsızlıktır benim için.
**
Öykü ve şiir yaratmak için doğmuş olanlar, aşık olmakla yetinemezler, çünkü aşkın sanatsal bir yapıtı oluşturacak entellektüel örgüsü yoktur. (*)
**
Her anı ölüdür. Şimdi sen de bir anısın. Sen de ölüsün. Her zaman benimle birlikte olan, birlikte taşıdığım, yaşadığım sözcüklerime dönmem gerek. 
**
Yaşanacak bir yaşam vardır. 
Binilecek bisikletler vardır.
Yürünecek yaya kaldırımları ve tadına varılacak güneş batışları vardır.
**
Kendini bana sunan her şeyi, yetişmekte, solumakta ya da ölmekte olan her şeyi ya da ölmüş olanı daha da büyük biçimlendirmem gerek. Doğanın, yaşamın, düşlerin bana sunabildiğinden daha çoğunu yaşamam, daha çoğunu algılamam, daha büyüğünü duymam gerek. Her nesneyi, her canlıyı, herhangi bir insanı, anlık her görüntüyü yaşantıya dönüştürmeliyim. Yaşamı büyütmek, kendimce geliştirmek, derinleştirmek, genişletmek, rüzgarlarla estirmek, yağmurlarla yağdırmalıyım, ta ki kendimi canlı ya da cansız, doğmuş ya da doğmamış tek bir nokta olarak görene dek. Ve kendi üzerimde kurduğum bu egemenlikle ölümü de büyütmem gerek. Yaşamım, ölümüm her yaşam, her aşk ve her ölüm olmalı.
**
Sen düşüncelerle yaşıyorsun, diğerleri gerçeklerle.
**
Şimdi derinlemesine incelemem gereken duyguların taşkınlığındayım. Sanki duygularımı kilometrelerle uzatıyorum, duygularımı yolların bitmezliğine dönüştürüyorum. Oysa sözcüklere dönüştürmem gereken duygular bunlar.
**
Sınırlar kadar hiçbir kısıtlamadan sıkılmadım ve kendi sınırlarım içinde sınırsızlığımı kurdum. Hiç değilse bana özgü bir sınırsızlık, kendi suskum, kendi çığlığımın sınırsızlığı.
**
Kader diye bir şey yoktur, yalnız sınırlar vardır. En kötü yazgı, sınırları sabırla karşılamaktır. Karşı çıkmak gerekir.
**
Kalıplardan kaçmak için gidiyorum. Gitmekten yılmayacağım. [...] Yaşamı gitmek olarak algılıyorum.
**
Yalnız sağlıklı insan aklıyla yaşansaydı, değmezdi yaşamaya, can sıkıcı olurdu. Tam aksine güzel olan, dünyanın  gökyüzü altında bir deliler topluluğunu andırması.
**
Her duygusal kıpırdanışa ölene dek ihtiyacım var.
**
İnsan çoğu kez her şeyin son bulduğu duygusuna kapılıyor, oysa yaşamın sonsuzluğunu algılayabilmek için bile yeterli değil bir insan ömrü.

**
İnsanın kendi kendinin yükünü taşıması, diğerlerinin yükünü taşımasından daha rahatlatıcı.

**
Ve yaşam yalnız rüzgar, yalnız gökyüzü, yalnız yapraklar ve yalnız hiç değil mi.
---
(*) Bu girdide yer alan bütün italikler (orijinal metinde de) Cesare Pavese'den alıntılardır.
Photos: Josef Koudelka

Monday, August 19, 2013

Sivil İtaatsizliğin Kısa Tarihi



 
Henry Thoreau ( 1817)- (1862) Sivil İtaatsizliğin Kısa Tarihi

Thoreau, kölelik muhalifi harekete dikkat çekmek için "kelle vergisini" ödemeyi reddedip hapse girmişti. Kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralph Waldo Emerson, ona neden içeriye girdiğini sorduğunda cevabı "Sen ne diye girmedin?" oldu.

1817 yılında Amerika'nın Concorde kasabasında doğan Henry Thoreau, 1846 yılında "kelle vergisi"ni ödemeyi kabul etmediği için bir geceliğine cezaevine girdi.

Thoreau, kelle vergisini ödemesini isteyen yerel polis Sam Staples'in bu isteğini yerine getirmedi. Üstelik, Staples'in, "paraya sıkışıksan vergini ben ödeyebilirim"önerisini de geri çevirdi . Thoreau, vergisini ödememesini "bir ilke sorunu" olarak açıklayarak, vergi ödeyerek köleci bir devletin işini kolaylaştırmak istemediğini belirtti. Devlet memuru olduğunu ve yasaları uygulamak zorunda olduğunu anlatan Staples'e önerisi de netti üstelik:

"Olup bitenden hoşlanmıyorsan istifa et."

Gelişmeler karşısında cezaevine konulan Thoreu'nun amacı, tutuklanarak içeri girmek ve böylece dikkatleri kölelik karşıtı harekete çekebilmekti. Ancak, bir gece cezaevinde kalan Thoreu'nun borcu bir yakını tarafından ödendi ve Thoreu serbest bırakıldı. Thoreu'nun gelişmeler karşısındaki tavrı da netti:

Vergi borcunu kendisi ödemediği için cezaevinde kalmasının hakkı olduğunu söyledi. Ancak, çıkmazsa zorla çıkartılacağı yanıtını alınca, mecburen dışarıya çıktı.

Olaydan sonraki ilk görüşmelerinde, kölelik karşıtı hareketin önde gelen isimlerinden Ralp Wald Emerson , kendisine neden içeriye girdiğini sorduğunda yanıtı da oldukça anlamlıydı: "Sen ne diye girmedin?"

Thoreu, cezaevinden çıktıktan sonra eylemlerini ve cezaevine giriş öyküsünü merak eden kasaba halkına konferanslar verdi. Thoreu'nun bu konferanslarda anlattıkları daha sonra 'Resistance To Civil Government' başlıklı bir manifestoya dönüştü. Bu manifesto Türkçeye de, "Sivil itaatsizlik" başlığıyla çevrildi.

Sağlığında "Concorde ve Merrimack Irmakları Üzerinde Bir Hafta" ve "Walden" adlı kitaplarını yayınlayabilen Thoreu yazılarını genellikle "The Dral" dergisinde yayınladı. Thoreu, 1862 yılında tüm hayatını geçirdiği Concorde kasabasında öldü.

Makalenin içeriği

Thoreu'nun 'Resistance To Civil Government' adlı manifestosunda cezaevine girişine neden olan eylemini şu sözlerle açıkladı:

"Şu kılavuz söze bütün yüreğimle katılıyorum: En iyi yönetim en az yönetendir. Ancak kendilerini 'yönetimin tümüyle ortadan kalkması için uğraşanlar' olarak isimlendirenlerden farklı olarak, yönetimin ortaya çıkmasını istiyorum."

"Tek bir namuslu kişi Massachusetts eyaletinde köle kullanmayı bırakarak bu ortaklıktan çekilse bu nedenle de cezaevine kapatılsa Amerika'da köleliğin kaldırılmasıyla sonuçlanır bu; çünkü ilk girişimin belirsiz olup olmamasının önemi yoktur. Bir kez iyi yapılan iş sonsuza kadar öyle kalacak demektir. Oysa daha çok bu soru üzerin de laflamayı severiz biz... Her hangi birini haksız yere cezaevine tıkan bir yönetimde, doğru kişinin bulunması gereken yer de bir cezaevidir... Bütün doğru insanları cezaevinde tutmak ya da köleliği kaldırmak seçenekleri söz konusu olursa devlet hangisini seçeceği konusunda duraksamayacaktır."

"Kendimi şöyle bir devlet düşleyerek avutuyorum: Sonunda bütün insanlara karşı doğru olmayı gözeten, bireye sanki komşusuymuş gibi davranan bir devlet! Komşularıyla yurttaşlarının tüm ödevlerini yerine getiren bir avuç kişi, onun işlerine karışmaksızın ne de onunla kuşatılmaksızın kendisinden uzakta yaşayacak olursa, bunu kendi amacına aykırı saymayan bir devlet! Bu tür meyveler veren, bu meyvelerin olabildiğince çabuk olgunlaşıp dökülmeleri uğruna sıkıntı çeken bir devleti Böylesi bir oluşum daha yetkin daha parlak bir devletin yolunu açacaktır. Benim düşlediğim de bu işte. Gel gelelim henüz böylesi yok orta yerde."
“Haksız kanunlar vardır, onlara uymaya razı mı gelmeliyiz, onları değiştirmeye çalışıp başarılı olana kadar mı bu kurallara uymalıyız yoksa bu kuralları hemen mi çiğnemeliyiz? Günümüzdeki hükümete benzer bir yönetim altında insanlar, genellikle, çoğunluğu bu kuralları değiştirmeye ikna edene kadar beklemelerinin uygun olacağını düşünüyorlar. Eğer direnirlerse çarenin dertten daha beter sonuçlar doğuracağını düşünüyorlar. Ama çarenin dertten daha kötü olması hükümetin suçudur. Hükümet çareyi daha kötü bir hale getirir. Hükümet neden reform geliştirip uygulamaya daha açık değildir? Neden akıllı azınlığına daha fazla değer vermiyor? Neden daha yaralanmadan ağlayıp direniyor? Neden vatandaşlarını kendi hatalarını bulup kendi yaptığından daha iyisini yapmaya teşvik etmiyor? Neden hep İsa’yı çarmıha gerip Kopernik ve Luther’i afaroz eder, Washington ve Franklin’e ayaklanmacı der?

Hükümetin kendi otoritesini bilinçli olarak reddedip bu karara göre davranması, hükümetin şimdiye kadar hiç düşünmediği tek suçtur, demek geliyor insanın içinden; aksi halde, bu suça uygun kesin cezayı belirlemiş olurdu..”



Tarihteki sivil itaatsizler:

Dünyada sivil itaatsizliğin duyulmasında ve yaygınlaşmasında önemli rol oynayanlardan birisi de, Hindistan'ı İngiliz egemenliğinden kurtarmak için başlayan hareketin yönlendiricisi konumuna gelen Gandhi oldu. Thoreu'nun Sivil İtaatsizlik makalesiyle Oxford Üniversitesi'ndeyken tanışan Gandhi, otuz yıl boyunca ülkesinin her yanında sivil itaatsizlik prensiplerine dayalı savaşımını sürdürdü.

Kazançlı bir tekel oluşturmak isteyen İngiliz yönetimi tuz yapımını yasaklayınca Gandhi arkadaşlarıyla deniz suyunu buharlaştırma sonucunda tuz elde etti ve yasayı simgesel anlamda çiğnedi. Tam da umduğu gibi hapse atıldı. Gandhi'yi yüzlerce, binlerce kişi izledi sonra. Hapishaneler tıka basa doldu. İngiliz yönetimi cezaevinde açlık grevi başlatan Gandhi'nin kendi ellerinde ölmesini göze alamayarak onu serbest bıraktılar. Ancak Gandhi yasayı tekrar çiğnedi ve tekrar hapse girdi. Neticede iş bir kedi fare oyununa döndü ve yönetim yasayı kaldırmak zorunda kaldı. Sonunda Hindistan Gandhi'nin önderliğinde sivil itaatsizlik yöntemlerini kullanarak bağımsızlığına kavuştu.

Danimarka halkının başarısı

İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilerce işgal edilen Danimarka'da, Nazi yönetimi Yahudileri kolaylıkla ayırt edebilmek için, onları, arkasında altı uçlu sarı yıldız bulunan giysiler giymeye mecbur etti. Danimarka halkı, Yahudilere karşı çıkarılan bu yasayı kabullenmedi. Aralarında kralın da bulunduğu hemen herkes, sırtı sarı yıldızlı giysilerle çıktı sokağa. Danimarka halkının bu tavrı, Yahudilerin tanınmasını da imkansızlaştırdı. Naziler, hareketin lideri olarak gördükleri Danimarka kralını gözetimleri altında tutabilmek için onu çok hasta olduğunu açıklayarak, kralı saraya hapsettiler. Ancak Danimarka halkı, ülkenin hemen her yerindeki çiçekçilere gidip krala gönderilmek üzere buketler hazırlattılar. Kısa sürede günlük hayat işlemez duruma geldi. Sonuçta, çiçek taşıdıkları için insanları tutuklayamayan Nazi yönetimi, kralın aniden iyileştiğini bildirmek zorunda kaldı.

Amerika örneği

Amerika'da, ırkçılık karşıtı hareketin en önemli aracı da, sivil itaatsizlik eylemleriydi. Irkçılık karşıtları, ırk ayrımı gözeten dükkanlardan alışveriş yapmıyor, bu tip otobüslere binmiyordu. Ayrıca, Vietnam'a gitmek istemeyen gençlerin askerliğe çağrı belgelerini herkesin gözü önünde yakması, savaş karşıtlarının devlete vergi vermek yerine sivil itaatsizlik makalesi hediye etmesi önemli örneklerdi.
 
- Henry David Thoreau, Sivil İtaatsizlik Üzerine

Saturday, August 17, 2013

Kendimi duyusal’dan daha çok ruhsal’a yakın gördüm hep.”

“Yaşamımda yüksek gerilimli yüceltme (sublimasyon) zamanları olmuş, ruhanileşme amacına yönelik çilekeşlik dönemlerin naif duyusal’a, çocuksal’a, ayrıca çılgınlıklara ve tehlikelere teslimiyetle yer değiştirdiği dönemler yaşanmıştır. Her insanın içinde var olan bir şeydir bu. Yaşamımın bu karanlık, belki de öbürsünden daha derin yarısının büyük, hatta en büyük bölümü eski yapıtlarımda bilincine varılmadan sükûtla geçiştirilmiş ya da olduğundan güzel gösterilmiştir. Sükûtla geçiştirme, öyle sanıyorum ki, duyusal’ın naif bir biçimde bilinçdışına itilmesinden değil, bu alandaki aşağılık duygusundan kaynaklanıyor. Kendimi duyusal’dan daha çok ruhsal’a yakın gördüm hep.”

- Hermann Hesse
Yaşamımda yüksek gerilimli yüceltme (sublimasyon) zamanları olmuş, ruhanileşme amacına yönelik çilekeşlik dönemlerin naif duyusal’a, çocuksal’a, ayrıca çılgınlıklara ve tehlikelere teslimiyetle yer değiştirdiği dönemler yaşanmıştır. Her insanın içinde var olan bir şeydir bu. Yaşamımın bu karanlık, belki de öbürsünden daha derin yarısının büyük, hatta en büyük bölümü eski yapıtlarımda bilincine varılmadan sükûtla geçiştirilmiş ya da olduğundan güzel gösterilmiştir. Sükûtla geçiştirme, öyle sanıyorum ki, duyusal’ın naif bir biçimde bilinçdışına itilmesinden değil, bu alandaki aşağılık duygusundan kaynaklanıyor. Kendimi duyusal’dan daha çok ruhsal’a yakın gördüm hep.
- Hermann Hesse
 
"Kendisini kadına bağlayan son bağı da koparmamak uğruna, kitap adları, yazar adları, takma adlar, diller, çeviriler, baskılar, kapaklar, başlıklar, bölümler, başlangıçlar, sonuçlar arasına karışıklık ekiyordu ki, kadın onun varlığının işaretlerini fark etsin, onun yanıt almayı umut etmeyen selamını alsın. ‘Sınırlarımı anladım,’ dedi bana, ‘Okuma sırasında kudretimin yetmediği bir şey gerçekleşiyor.’ Bunun en güçlü polisin bile aşamayacağı bir sınır olduğunu söyleyebilirdim. Okumayı engelleyebiliriz: Ama okumayı yasaklayan kararnamede asla okunmasını istemeyeceğimiz gerçeğe ilişkin bir şeyler okunacaktır…”

- Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu

Görsel: Wolfgang Stiller.
"Kendisini kadına bağlayan son bağı da koparmamak uğruna, kitap adları, yazar adları, takma adlar, diller, çeviriler, baskılar, kapaklar, başlıklar, bölümler, başlangıçlar, sonuçlar arasına karışıklık ekiyordu ki, kadın onun varlığının işaretlerini fark etsin, onun yanıt almayı umut etmeyen selamını alsın. ‘Sınırlarımı anladım,’ dedi bana, ‘Okuma sırasında kudretimin yetmediği bir şey gerçekleşiyor.’ Bunun en güçlü polisin bile aşamayacağı bir sınır olduğunu söyleyebilirdim. Okumayı engelleyebiliriz: Ama okumayı yasaklayan kararnamede asla okunmasını istemeyeceğimiz gerçeğe ilişkin bir şeyler okunacaktır…”
- Bir Kış Gecesi Eğer Bir Yolcu
 Italo Calvino