Friday, May 3, 2013

Eduardo Galeano dünyanın vicdanıdır.


Eduardo Galeano Latin Amerika’nın belleğidir, kitlesel unutkanlığa karşı savaş açmıştır. Öyle ya, biz unuttukça kötü kader peşimizi hiçbir zaman bırakmayacaktır. Coğrafyalar değişebilir, insanlar da, ancak yaşanan felaketler baki kalacaktır. “Hiçbir tarih dilsiz değildir. İstedikleri kadar sahiplensinler, bozsunlar, hakkında yalan söylesinler; insan tarihi çenesini kapalı tutmayı reddeder. Sağırlığa ve cehalete rağmen, geçmiş zaman, şimdiki zamanın içinde tiktaklamayı sürdürür.”
Eduardo Galeano dünyanın vicdanıdır. Herhangi bir kitabından herhangi bir alıntı yapalım: “Biz Arjantinliler korkutulmuşlar, hapsedilmişler, gömülmüşler ve sürülmüşler olarak ayrılırız.” Ne kadar tanıdık değil mi? Cümleden Arjantin’i çıkarıp istediğiniz ülkeyi koyun yerine, ne anlam, ne de hissettirecekleri değişecektir. Galeano, içinde yaşadığımız sistemi en iyi açıklayan yazarlardandır. “Sistem; köpeği tekmeleyen çocuğa vuran kadına kötü davranan işçiyi aşağılayan çalışanın gözünü korkutan şefe bağıran müdürü hor gören genel müdürü tehdit eden bakanı uyaran başkanı çağıran generalle akşam yemeği yiyen büyükelçinin dikkatini çeken bankacıyı uyaran bilgisayarı programlayan sistem…”
Eduardo Galeano, 1940 yılında Uruguay’ın başkenti Montevideo’da doğar. Çocukluğunda futbolcu olmayı çok ister, futbolcu olamadığı için yazar olduğunu belirten Galeano, hayatı boyunca futboldan kopmaz. Kendini bir “futbol dilencisi” olarak nitelendiren yazar, 1995’te yazdığı Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında diktatörlerin futbolla flörtleri, fanatizm ve ırkçılık gibi konulara yer verir. Yazarın ülkemizde geniş bir okur kitlesiyle buluşması bu kitapla mümkün olur. Futboldan pek hazzetmeyen bir insanın bile, bu kitabı okurken, okuduğundan zevk almamasının mümkün olmadığı rivayet edilir. Hatta iyi ki Galeano futbolcu olamamış dedirtir insana, şu satırlar:“1993 yılıydı. Tokyo’da Kashima takımı, İmparator Kupası için Tohoku Sendai takımı ile karşılaşıyordu. Kashima’nın Brezilyalı as futbolcusu Zico takımını zafere ulaştıran golü atmıştı ve bu gol belki de hayatının en zarif golüydü. Top sağ taraftan orta yuvarlağa doğru gelirken, o anda biraz geride bulunan Zico hemen fırlamış, ama çok hızlı hareket ettiğinden hızını alamayıp topu geçmişti. Topun geride kaldığını fark eden Zico, havada bir düz takla attı ve yere düşmeden önce, yüzü yere dönük vaziyetteyken topa topuğuyla dokundu. Ters bir röveşatayla muhteşem bir gol atmıştı. Ve bu golü görmekten mahrum olan körler, “Bu golü bana anlatın,” diyorlardı.”
Eduardo Galeano’nun ilk politik karikatürü 14 yaşındayken Sosyalist Parti’nin dergisi El Sol’da yayımlanır. 60’ların başında dönemin etkili haftalık gazetesi Marcha’nın, ardından Epoca gazetesinin yayın yönetmenliğini üstlenir. 70’lerin başında Latin Amerika’nın “Kesik Damarları”nı yazar. 1973’te gerçekleşen askeri darbeden sonra bir süre hapis yatar, daha sonra Arjantin’e yerleşip Crisis dergisini çıkarmaya başlar. 1976’da Videla’nın kanlı darbesiyle Galeano’nun adı “ölüm mangaları”nın listelerinde yer alınca, bu kez İspanya’ya yerleşir. Burada Amerikan kıtasının sömürge tarihini anlatan “Ateş Anılar” adlı üçlemesini kaleme alır. Nihayet 1985’te doğduğu kente, Montevideo’ya döner, halen orada yaşamaktadır.
Eduardo Galeano’nun 1978 yılında yazdığı “Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri” adlı kitabı Süleyman Doğru tarafından dilimize çevrildi ve Sel Yayıncılık’tan çıktı. Karl Marks’ın “Çürüme, doğada olduğu gibi tarihte de yaşamın laboratuvarıdır.” sözüyle açılan kitap, Latin Amerika’nın işkenceler ve ölümlerle, kayıplar ve sürgünlerle dolu tarihini gözler önüne seriyor. Bir günce niteliği taşıyan “Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri”, kısa öyküler ve aforizmalardan oluşuyor. Galeano kısa yazma yetisini gazeteciliğine borçlu olduğunu belirtiyor. Şöyle diyor: “(Gazetecilik) beni bir sürü şey söylemek isteyen biri için elzem olan bir senteze zorladı.” Gazeteciliği edebiyatın şiir ve öykü gibi bir türü olarak görüyor, hatta türler arası bir üslupla sade ve sahici bir dil kullanarak, insanlığın temel sorunlarını tartışmaya açıyor.
Eduardo Galeano’nun, kitabın sonunda, kitaplarının yasak olduğu ülkesi Uruguay’dan gelen bir gazeteci ile 1984 yılında yaptığı bir de söyleşi bulunuyor. Bu söyleşide yazar Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri’ni “Kendi belleğimle bir tür sohbet…” diye tanımlıyor. Galeano’nun hatırladıkları zaman içinde etkisini kaybedecek cinsten değil gerçekten, “(…) hala hem hayatta hem de özgür kalma ayrıcalığına sahip olduğum için suçluluk hissine kapılıyorum.” diyen birinin belleğindekiler günümüze ışık tutmuyor mu sizce de? Bu çılgın dünyada (küresel köy mü demeliyiz?) artık hepimiz telefonunun dinlendiğinden, kameralar tarafından izlendiğinden ya da polisler tarafından arandığından kuşkulanan paranoyaklara dönüşmedik mi? Artık sadece siyasetçiler, gazeteciler ve askerler değil üniversite öğrencileri ve ev kadınları da göz hapsinde değil mi? “Acaba kaç kez diktatör oldum ben? Kaç kez bir engizisyon yargıcı, bir sansürcü ya da bir gardiyan? Kaç kez en sevdiğim insanlara konuşmayı ve özgürlüğü yasak ettim? Kaç kişinin sahibi hissettim kendimi? Bana benzememe suçundan kaç kişiyi mahkûm ettim? Kendimi tüketim toplumunun dışında sanan ben, kaç insanı birden kullandım acaba? Başarıda kendini bulan ben, başkalarının çökmesini gizlice kutlamadım ya da istemedim mi? Bu dünyada kim başarının peşinde koşmuyor sanki? Kim öz kardeşiyle rakibini ya da sevdiği kadınla kendi gölgesini karıştırmıyor?”
*Aynı zamanda kitabın bölümlerinden birinin başlığıdır.

KİTAPTAN

Yıllar önce Kiev’de Dinamolu futbolcuların neden bir heykeli hak ettiklerini dinlemişim.
Bana savaş yıllarından bir hikaye anlatmışlardı.
Ukrayna Nazilerin işgali altındaymış. Almanlar bir futbol maçı organize etmişler. Silahlı kuvvetlerinin içinden seçtikleri ulusal takımlarına karşı kumaş fabrikası çalışanlarından kurulu Dinamo Kiev; süper adamlara karşı açlıktan ölenler.
Stat tıklım tıklım doluymuş. Muzaffer ordu o öğleden sonranın ilk golünü atınca tribünler sessizliğe bürünmüş; Dinamo beraberlik golünü atınca canlanmış; ilk yarı Almanların 2-1 mağlubiyetiyle tamamlanınca da tamamen coşmuş.
Birliklerin komutanı yardımcısını soyunma odasına göndermiş. Dinamolu oyuncular uyarıyı dinlemişler:
“Bizim takımımız işgali altındaki topraklarda oynadığı hiçbir maçı kaybetmedi.”
Ardından da tehdidi:
“Eğer kazanırsanız, sizi kurşuna dizeriz.”
Oyuncular sahaya dönmüşler.
Çok geçmeden Dinamo’nun üçüncü golü gelmiş. Seyirciler maçı ayakta ve hep bir ağızdan bağırarak seyrediyorlarmış. Dördüncü gol: Stat yıkılacak gibi olmuş.
Hakem daha süre dolmadan maçı aniden bitirivermiş.
Bir uçurumun kıyısında, üzerlerinde formalarıyla onları kurşuna dizmişler.
***
"Kimse gidecek kadar kahraman, kalacak kadar vatansever değil."
Bir yanda işkenceler, kayıplar, ölümler, katliamlar, sürgünler... Diğer yanda umut, mücadele ve direnç... Sevincin ve coşkunun, acı ve umutsuzluğun yanıbaşında filizlenişinin tanıklığı. Çaresizlikten mücadele, baskılardan direniş yaratan bir halkın fotoğrafı.
Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri sahne sahne ilerleyen bir günce niteliğinde. Röportajlardan anılara, tarihsel kısa öykülerden aforizmalara yayılan, Latin Amerika halkının geçmişine ayna tutan, acıları ve umudu yan yana ve keskin bir dille anlatan alışılmadık bir yaşam öyküsü.
Bu kitapta anlatılanlar coğrafi olarak ne kadar uzağımızda olursa olsun, tanıdık gelecek okuyucuya. İnsanın insanlık savaşına dair bu sahneleri okurken hissettikleriniz sizi, nerede olursanız olun, yakın çağrışımlara sürükleyecek.
Galeano, dünyanın vicdanı olmaya devam ediyor.
 
Add caption
“sokağın savaşı, ruhun savaşı..
dibe vurmak mı yoksa bir araya toplanmak mı? diğerlerini siliyor muyum yoksa onları çağırıyor muyum? deve gibi kendi kusmuğumu mu yiyeceğim? mastürbasyon yapanın aldığı risk nedir ki? olsa olsa en fazla bileği çıkabilir..
gerçeklik, diğer insanlardır: mutluluk ve tehlike. boğaları çağırıyorsam, üzerime saldırmalarına katlanacağım. o güçlü boynuzların kalça kemiğimi parçalayabileceğini biliyorum..
sistem..
bir diktatörlüğün işlediği suçlar işkence görenlerin, katledilenlerin ve kaybedilenlerin yer aldığı listelerle sınırlı değildir.. makine seni bencillik ve yalanla yönetir.. dayanışma bir suçtur.. makine, kendini kurtarmak için ikiyüzlü ve adice davranman gerektiğini öğretir.. bu akşam seni öpen yarın seni satacaktır.. her yaptığın iyilik sana kötülük olarak dönecektir.. eğer gerçekten ne düşündüğünü söylersen senin canına okurlar; böyle bir risk almaya değmez. işsiz dolaşan bir işçi, fabrikanın şu anda çalışan bir işçiyi çıkarıp yerine kendisini almasını gizliden gizliye arzulamaz mı? yoldaşım dediğin kişi senin rakibin ve düşmanın değil midir? kısa bir süre önce, montevideo’da, melez bir çocuk annesinden kendisini doğum kliniğine geri götürmesini istemişti, çünkü bu dünyaya hiç doğmamış olmayı yeğliyordu..
her insanın içinde mevcut olan iyi tarafa yönelik katliam, tek bir damla kan, hatta tek bir damla gözyaşı dökmeden yapılıyor her gün. makinenin zafer: insanalar konuşmaya ve göz göze gelmeye korkuyorlar.. kimse kimseyle buluşmasın. birisi sana bakıp belli bir süre bakışlarını kaçırmıyorsa şöyle düşüneceksin : ‘canıma okuyacak..’ yönetici, altından çalışan arkadaşına şöyle diyor:
‘seni ele vermek zorunda kaldım. benden liste istediler. birkaç isim vermem gerekiyordu. affet beni, eğer bunu yapabilirsen..’
her otuz uruguaylıdan birinin görevi diğer insanları gözetlemek, izlemek ve cezalandırmak. kışlaların ve karakolların dışında insanlara hiç iş yok; bir işi olanlar da onu korumak için polisten illaki demokratik iman sertifikası almak zorundalar.. öğrencilerden arkadaşlarını ihbar etmeleri talep ediliyor; çocuklar öğretmenlerini ihbar etmeleri için kışkırtılıyor.. arjantin’de televizyon soruyor: ‘şu anda çocuğunuzun ne yaptığını biliyor musunuz?’
ruhları zehirleyerek öldürme suç çetelesinde neden yer almıyor?
1.
latin amerikalı ünlü bir play boy sevgilisinin yatağında başarısız olur. ‘gece içkiyi çok fazla kaçırmışım,’ diye kahvaltı sırasında özür diler. ikinci gece başarısızlığını yorgunluğa bağlar.. üçüncü gece sevgili değiştirir.. bir haftanın sonunda doktora gider.. birinci ayın sonunda doktor değiştirir.. bir süre sonra psikanalize başlar. seanslar ilerledikçe, dibe çökmüş ya da silinmiş anılar yavaş yavaş bilincin yüzeyine çıkmaya başlar. ve hatırlar :
1934.. chaco savaşı.. cepheden kaçan altı tane bolivyalı asker and dağları’nın yüksek düzlüklerinde dolaşmaktadır.. bozguna uğrayan bir müfrezeden bir tek onlar hayatta kalmıştır.. bir kişi görmeden ve ağızlarına bir lokma koymadan çıplak steplerde ilerler.. o adam işte bu altı askerden birdir..
bir akşamüstü, keçi sürüsünü güden küçük bir yerli kızı görürler.. onu takip ederler, yere yatırırlar ve tecavüz ederler.. kızın içine sırayla girerler..
sıra son olarak o adama gelir.. yerli kızın üzerine atılınca onun artık nefes almadığını fark eder..
beş asker onun etrafında bir çember oluşturur..
tüfeklerini sırtına dayarlar..
bunun üzerine adam, dehşetle ölüm arasından, dehşeti seçer..
 
2.
bin bir işkenceci hikâyeleriyle örtüşen bir durum.
işkence yapanlar kimler? beş tane sadist, on tane manyak, on beş tane klinik vaka mı? hayır, işkence yapanlar iyi aile babası insanlar.. memurlar mesailerini tamamladıktan sonra akşam evde çocuklarıyla birlikte televizyon seyrediyorlar.. makine onlara etkili olanın iyi olduğunu öğretiyor.. işkence gayet etkili: bilgi kopartıyor, bilinçleri dağıtıyor, korku yayıyor.. gizli ayincilerinkinin benzeri bir suç ortaklığı doğuyor ve gelişiyor.. işkence yapmayan işkenceye maruz kalır.. makine ne masumları ne de tanıklıkları kabul eder.. kim inkâr edebilir? kim ellerini temiz tutabilir? küçük dişli ilk seferinde kusar.. ikinci seferde dişlerini sıkar.. üçüncüde alışır ve görevini yerine getirir. zaman geçer ve dişlinin tekerciği makinenin dilini konuşmaya başlar: kukuleta, sopa, elektrik, denizaltı, kelepçe, askı.. makine disiplin ister.. en yeteneklileri en sonunda bu işten zevk almaya başlarlar..
eğer işkenceciler hasta kişiliklerse, onları doğuran sisteme ne diyeceğiz?”

EDUARDO GALEANO..

‘AŞKIN VE SAVAŞIN GÜNDÜZ VE GECELERİ..’, EDUARDO GALEANO, Çeviri: SÜLEYMAN DOĞRU, SEL Yayınları, Mart 2012, 200 Sayfa..