Eduardo Galeano
Latin Amerika’nın belleğidir, kitlesel unutkanlığa karşı savaş açmıştır. Öyle
ya, biz unuttukça kötü kader peşimizi hiçbir zaman bırakmayacaktır. Coğrafyalar
değişebilir, insanlar da, ancak yaşanan felaketler baki kalacaktır. “Hiçbir
tarih dilsiz değildir. İstedikleri kadar sahiplensinler, bozsunlar, hakkında
yalan söylesinler; insan tarihi çenesini kapalı tutmayı reddeder. Sağırlığa ve
cehalete rağmen, geçmiş zaman, şimdiki zamanın içinde tiktaklamayı sürdürür.”
Eduardo Galeano
dünyanın vicdanıdır. Herhangi bir kitabından herhangi bir alıntı yapalım: “Biz
Arjantinliler korkutulmuşlar, hapsedilmişler, gömülmüşler ve sürülmüşler olarak
ayrılırız.” Ne kadar tanıdık değil mi? Cümleden Arjantin’i çıkarıp istediğiniz
ülkeyi koyun yerine, ne anlam, ne de hissettirecekleri değişecektir. Galeano,
içinde yaşadığımız sistemi en iyi açıklayan yazarlardandır. “Sistem; köpeği
tekmeleyen çocuğa vuran kadına kötü davranan işçiyi aşağılayan çalışanın gözünü
korkutan şefe bağıran müdürü hor gören genel müdürü tehdit eden bakanı uyaran başkanı çağıran generalle
akşam yemeği yiyen büyükelçinin dikkatini çeken bankacıyı uyaran bilgisayarı
programlayan sistem…”
Eduardo Galeano,
1940 yılında Uruguay’ın
başkenti Montevideo’da doğar. Çocukluğunda futbolcu olmayı çok ister, futbolcu
olamadığı için yazar olduğunu belirten Galeano, hayatı boyunca futboldan
kopmaz. Kendini bir “futbol dilencisi” olarak nitelendiren yazar, 1995’te
yazdığı Gölgede ve Güneşte Futbol kitabında diktatörlerin futbolla flörtleri,
fanatizm ve ırkçılık gibi konulara yer verir. Yazarın ülkemizde geniş bir okur
kitlesiyle buluşması bu kitapla mümkün olur. Futboldan pek hazzetmeyen bir
insanın bile, bu kitabı okurken, okuduğundan zevk almamasının mümkün olmadığı
rivayet edilir. Hatta iyi ki Galeano futbolcu olamamış dedirtir insana, şu
satırlar:“1993 yılıydı. Tokyo’da Kashima takımı, İmparator Kupası için Tohoku
Sendai takımı ile karşılaşıyordu. Kashima’nın Brezilyalı as futbolcusu Zico
takımını zafere ulaştıran golü atmıştı ve bu gol belki de hayatının en zarif
golüydü. Top sağ taraftan orta yuvarlağa doğru gelirken, o anda biraz geride
bulunan Zico hemen fırlamış, ama çok hızlı hareket ettiğinden hızını alamayıp
topu geçmişti. Topun geride kaldığını fark eden Zico, havada bir düz takla attı ve yere
düşmeden önce, yüzü yere dönük vaziyetteyken topa topuğuyla dokundu. Ters bir
röveşatayla muhteşem bir gol atmıştı. Ve bu golü görmekten mahrum olan körler,
“Bu golü bana anlatın,” diyorlardı.”
Eduardo
Galeano’nun ilk politik karikatürü 14 yaşındayken Sosyalist Parti’nin dergisi
El Sol’da yayımlanır. 60’ların başında dönemin etkili haftalık gazetesi
Marcha’nın, ardından Epoca gazetesinin yayın yönetmenliğini üstlenir. 70’lerin
başında Latin Amerika’nın “Kesik Damarları”nı yazar. 1973’te gerçekleşen askeri
darbeden sonra bir süre hapis yatar, daha sonra Arjantin’e yerleşip Crisis
dergisini çıkarmaya başlar. 1976’da Videla’nın kanlı darbesiyle Galeano’nun adı
“ölüm mangaları”nın listelerinde yer alınca, bu kez İspanya’ya yerleşir. Burada
Amerikan kıtasının sömürge tarihini anlatan “Ateş Anılar” adlı üçlemesini
kaleme alır. Nihayet 1985’te doğduğu kente, Montevideo’ya döner, halen orada
yaşamaktadır.
Eduardo
Galeano’nun 1978 yılında yazdığı “Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri” adlı
kitabı Süleyman Doğru tarafından dilimize çevrildi ve Sel Yayıncılık’tan çıktı.
Karl Marks’ın “Çürüme, doğada olduğu gibi tarihte de yaşamın laboratuvarıdır.”
sözüyle açılan kitap, Latin Amerika’nın işkenceler ve ölümlerle, kayıplar ve
sürgünlerle dolu tarihini gözler önüne seriyor. Bir günce niteliği taşıyan
“Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri”, kısa öyküler ve aforizmalardan oluşuyor.
Galeano kısa yazma yetisini gazeteciliğine borçlu olduğunu belirtiyor. Şöyle
diyor: “(Gazetecilik) beni bir sürü şey söylemek isteyen biri için elzem olan
bir senteze zorladı.” Gazeteciliği edebiyatın şiir ve öykü gibi bir türü olarak
görüyor, hatta türler arası bir üslupla sade ve sahici bir dil kullanarak,
insanlığın temel sorunlarını tartışmaya açıyor.
Eduardo
Galeano’nun, kitabın sonunda, kitaplarının yasak olduğu ülkesi Uruguay’dan
gelen bir gazeteci ile 1984 yılında yaptığı bir de söyleşi bulunuyor. Bu
söyleşide yazar Aşkın ve Savaşın Gündüz ve Geceleri’ni “Kendi belleğimle bir
tür sohbet…” diye tanımlıyor. Galeano’nun hatırladıkları zaman içinde etkisini
kaybedecek cinsten değil gerçekten, “(…) hala hem hayatta hem de özgür kalma
ayrıcalığına sahip olduğum için suçluluk hissine kapılıyorum.” diyen birinin
belleğindekiler günümüze ışık tutmuyor mu sizce de? Bu çılgın dünyada (küresel
köy mü demeliyiz?) artık hepimiz telefonunun dinlendiğinden, kameralar
tarafından izlendiğinden ya da polisler tarafından arandığından kuşkulanan
paranoyaklara dönüşmedik mi? Artık sadece siyasetçiler, gazeteciler ve askerler
değil üniversite öğrencileri ve ev kadınları da göz hapsinde değil mi? “Acaba
kaç kez diktatör oldum ben? Kaç kez bir engizisyon yargıcı, bir sansürcü ya da
bir gardiyan? Kaç kez en sevdiğim insanlara konuşmayı ve özgürlüğü yasak ettim?
Kaç kişinin sahibi hissettim kendimi? Bana benzememe suçundan kaç kişiyi mahkûm
ettim? Kendimi tüketim toplumunun dışında sanan ben, kaç insanı birden
kullandım acaba? Başarıda kendini bulan ben, başkalarının çökmesini gizlice
kutlamadım ya da istemedim mi? Bu dünyada kim başarının peşinde koşmuyor sanki?
Kim öz kardeşiyle rakibini ya da sevdiği kadınla kendi gölgesini
karıştırmıyor?”
*Aynı zamanda
kitabın bölümlerinden birinin başlığıdır.
KİTAPTAN
Yıllar önce
Kiev’de Dinamolu futbolcuların neden bir heykeli hak ettiklerini dinlemişim.
Bana savaş
yıllarından bir hikaye anlatmışlardı.
Ukrayna
Nazilerin işgali altındaymış. Almanlar bir futbol maçı organize etmişler.
Silahlı kuvvetlerinin içinden seçtikleri ulusal takımlarına karşı kumaş
fabrikası çalışanlarından kurulu Dinamo Kiev; süper adamlara karşı açlıktan
ölenler.
Stat tıklım
tıklım doluymuş. Muzaffer ordu o öğleden sonranın ilk golünü atınca tribünler
sessizliğe bürünmüş; Dinamo beraberlik golünü atınca canlanmış; ilk yarı
Almanların 2-1 mağlubiyetiyle tamamlanınca da tamamen coşmuş.
Birliklerin
komutanı yardımcısını soyunma odasına göndermiş. Dinamolu oyuncular uyarıyı
dinlemişler:
“Bizim takımımız
işgali altındaki topraklarda oynadığı hiçbir maçı kaybetmedi.”
Ardından da
tehdidi:
“Eğer kazanırsanız, sizi
kurşuna dizeriz.”
Oyuncular sahaya
dönmüşler.
Çok geçmeden
Dinamo’nun üçüncü golü gelmiş. Seyirciler maçı ayakta ve hep bir ağızdan
bağırarak seyrediyorlarmış. Dördüncü gol: Stat yıkılacak gibi olmuş.
Hakem daha süre
dolmadan maçı aniden bitirivermiş.
Bir uçurumun
kıyısında, üzerlerinde formalarıyla onları kurşuna dizmişler.
***
"Kimse
gidecek kadar kahraman, kalacak kadar vatansever değil."
Bir yanda
işkenceler, kayıplar, ölümler, katliamlar, sürgünler... Diğer yanda umut,
mücadele ve direnç... Sevincin ve coşkunun, acı ve umutsuzluğun yanıbaşında
filizlenişinin tanıklığı. Çaresizlikten mücadele, baskılardan direniş yaratan
bir halkın fotoğrafı.
Aşkın ve Savaşın
Gündüz ve Geceleri sahne sahne ilerleyen bir günce niteliğinde. Röportajlardan
anılara, tarihsel kısa öykülerden aforizmalara yayılan, Latin Amerika halkının
geçmişine ayna tutan, acıları ve umudu yan yana ve keskin bir dille anlatan alışılmadık
bir yaşam öyküsü.
Bu kitapta
anlatılanlar coğrafi olarak ne kadar uzağımızda olursa olsun, tanıdık gelecek
okuyucuya. İnsanın insanlık savaşına dair bu sahneleri okurken hissettikleriniz
sizi, nerede olursanız olun, yakın çağrışımlara sürükleyecek.
Galeano,
dünyanın vicdanı olmaya devam ediyor.
“sokağın savaşı,
ruhun savaşı..
dibe vurmak mı
yoksa bir araya toplanmak mı? diğerlerini siliyor muyum yoksa onları çağırıyor
muyum? deve gibi kendi kusmuğumu mu yiyeceğim? mastürbasyon yapanın aldığı risk
nedir ki? olsa olsa en fazla bileği çıkabilir..
gerçeklik, diğer
insanlardır: mutluluk ve tehlike. boğaları çağırıyorsam, üzerime saldırmalarına
katlanacağım. o güçlü boynuzların kalça kemiğimi parçalayabileceğini
biliyorum..
sistem..
bir
diktatörlüğün işlediği suçlar işkence görenlerin, katledilenlerin ve
kaybedilenlerin yer aldığı listelerle sınırlı değildir.. makine seni bencillik
ve yalanla yönetir.. dayanışma bir suçtur.. makine, kendini kurtarmak için
ikiyüzlü ve adice davranman gerektiğini öğretir.. bu akşam seni öpen yarın seni
satacaktır.. her yaptığın iyilik sana
kötülük olarak dönecektir.. eğer
gerçekten ne düşündüğünü söylersen senin canına okurlar; böyle bir risk almaya
değmez. işsiz dolaşan bir işçi, fabrikanın şu anda çalışan bir işçiyi çıkarıp
yerine kendisini almasını gizliden gizliye arzulamaz mı? yoldaşım dediğin kişi
senin rakibin ve düşmanın değil midir? kısa bir süre önce, montevideo’da, melez
bir çocuk annesinden kendisini doğum kliniğine geri götürmesini istemişti,
çünkü bu dünyaya hiç doğmamış olmayı yeğliyordu..
her insanın
içinde mevcut olan iyi tarafa yönelik katliam, tek bir damla kan, hatta tek bir damla gözyaşı dökmeden
yapılıyor her gün. makinenin zafer: insanalar konuşmaya ve göz göze gelmeye
korkuyorlar.. kimse kimseyle buluşmasın. birisi sana bakıp belli bir süre bakışlarını
kaçırmıyorsa şöyle düşüneceksin : ‘canıma okuyacak..’ yönetici, altından
çalışan arkadaşına şöyle diyor:
‘seni ele vermek
zorunda kaldım. benden liste istediler. birkaç isim vermem gerekiyordu. affet
beni, eğer bunu
yapabilirsen..’
her otuz
uruguaylıdan birinin görevi diğer insanları gözetlemek, izlemek ve
cezalandırmak. kışlaların ve karakolların dışında insanlara hiç iş yok; bir işi
olanlar da onu korumak için polisten illaki demokratik iman sertifikası almak
zorundalar.. öğrencilerden arkadaşlarını ihbar etmeleri talep ediliyor;
çocuklar öğretmenlerini ihbar etmeleri için kışkırtılıyor.. arjantin’de
televizyon soruyor: ‘şu anda çocuğunuzun ne yaptığını biliyor musunuz?’
ruhları
zehirleyerek öldürme suç çetelesinde neden yer almıyor?
1.
latin amerikalı
ünlü bir play boy sevgilisinin yatağında başarısız olur. ‘gece içkiyi çok fazla
kaçırmışım,’ diye kahvaltı sırasında özür diler. ikinci gece başarısızlığını
yorgunluğa bağlar.. üçüncü gece sevgili değiştirir.. bir haftanın sonunda
doktora gider.. birinci ayın sonunda doktor değiştirir.. bir süre sonra
psikanalize başlar. seanslar ilerledikçe, dibe çökmüş ya da silinmiş anılar
yavaş yavaş bilincin yüzeyine çıkmaya başlar. ve hatırlar :
1934.. chaco
savaşı.. cepheden kaçan altı tane bolivyalı asker and dağları’nın yüksek
düzlüklerinde dolaşmaktadır.. bozguna uğrayan bir müfrezeden bir tek onlar
hayatta kalmıştır.. bir kişi görmeden ve ağızlarına bir lokma koymadan çıplak
steplerde ilerler.. o adam işte bu altı askerden birdir..
bir akşamüstü,
keçi sürüsünü güden küçük bir yerli kızı görürler.. onu takip ederler, yere
yatırırlar ve tecavüz ederler.. kızın içine sırayla girerler..
sıra son olarak
o adama gelir.. yerli kızın üzerine atılınca onun artık nefes almadığını fark
eder..
beş asker onun
etrafında bir çember oluşturur..
tüfeklerini
sırtına dayarlar..
bunun üzerine
adam, dehşetle ölüm arasından, dehşeti seçer..
2.
bin bir
işkenceci hikâyeleriyle örtüşen bir durum.
işkence yapanlar
kimler? beş tane sadist, on tane manyak, on beş tane klinik vaka mı? hayır,
işkence yapanlar iyi aile babası insanlar.. memurlar mesailerini tamamladıktan
sonra akşam evde çocuklarıyla birlikte televizyon seyrediyorlar.. makine onlara
etkili olanın iyi olduğunu öğretiyor.. işkence gayet etkili: bilgi kopartıyor,
bilinçleri dağıtıyor, korku yayıyor.. gizli ayincilerinkinin benzeri bir suç
ortaklığı doğuyor ve gelişiyor.. işkence yapmayan işkenceye maruz kalır..
makine ne masumları ne de tanıklıkları kabul
eder.. kim inkâr edebilir? kim ellerini temiz tutabilir? küçük dişli ilk
seferinde kusar.. ikinci seferde dişlerini sıkar.. üçüncüde alışır ve görevini
yerine getirir. zaman geçer ve dişlinin tekerciği makinenin dilini konuşmaya
başlar: kukuleta, sopa, elektrik, denizaltı, kelepçe, askı.. makine disiplin ister..
en yeteneklileri en sonunda bu işten zevk almaya başlarlar..
eğer işkenceciler hasta kişiliklerse, onları
doğuran sisteme ne diyeceğiz?”
EDUARDO GALEANO..
‘AŞKIN VE
SAVAŞIN GÜNDÜZ VE GECELERİ..’, EDUARDO GALEANO, Çeviri: SÜLEYMAN DOĞRU, SEL
Yayınları, Mart 2012, 200 Sayfa..