"Ben tavan
arasındayım sevgilim!" diye bağırdı delikten aşağı doğru. "Eski
kitaplar bugünlerde çok para ediyor. Bir bakmak istiyorum onlara." Son
sözlerimi duydu mu? "Orası çok karanlıktır; dur, sana bir fener vereyim." İyi. Durgun bir
gün. Bütün hayatım boyunca sürekli bir ilgi aradığımı söylerdi birisi bana.
Gülümsediğimi gösteren bir ayna olsaydı; biraz da ışık. "Bir yerini
kırarsın karanlıkta." Delikten yukarı doğru bir el feneri uzandı. Fenerli
elin ucundaki ışık, rastgele önemsiz bir köşeyi aydınlattı; bu eli okşadı. El
kayboldu. Ne düşünüyor acaba? Gülümsedi: Yine mi düşünüyor?
Yıllardır bu
tozlu, örümcekli karanlığa çıkmamıştı. Işığı gören bazı böcekler kaçıştılar.
Korku; fakat yararlı olacağını düşünmek kuvvetlendirdi onu. Belki de hiçbir şey
söylemeden başarmalıydım bu işi. Benden bir karşılık beklemiyor. Ona yardım
etmek mi bu? Bilmiyorum, bazen karıştırıyorum; özellikle, başımda uğultular
olduğu zamanlar. Onun gibi düşünmeyi bilmek isterdim. Bana belli etmemeye
çalışarak izliyor beni. Çekiniyor. Acele etmeliyim öyleyse. Feneri yakın bir
yer tuttu; annesiyle babasının resimleri. Aralarında eski bir ayakkabı torbası,
kırık birkaç lamba. Neden hiç sevmediler birbirlerini? Ölecekler diye öylesine
korkmuştum ki. Torbayı karıştırdı: Tuvaletle gittiğim ilk baloda giymiştim
bunları. Her gecve biriyle dışarı çıkardım, dans etmek için Aman Allahım! Nasıl
yapmışım bunu? Ellerinin tozunu elbisenin üstüne sildi. Mor ayakkabılarına
baktı: Buruşmuşlar, küflenmişler. Sol ayağına giydi birini: Ölçülerin hiç
değişmemiş. Utandı, yine de çıkaramadı ayağından. Topallayarak bir iki adım
attı. Sonra resimlere yaklaştı, diz çöktü, yan yana getirdi onları. Dirseğiyle
tozlarını sildi biraz. Beni de kendilerini de
anlamadılar. Ne kadar ağlamıştım. Aşağıda onlara bir yer bulabilir miyim?
Koridorda sandık odasında... Saçmalıyorum. Onları unutmadım, onları unutmadım.
Babasının yüzünde gururlu bi rsomurtkanlık vardı. Aynı duvara asamam onları.
Evin düzenini hızla gözünün önünden geçirdi. Yan yana olmak istemezlerdi;
mezarda bile. Resimlerden birini aldı; feneri yere bırakmıştı, hangi resmi
aldıüğını bilemedi. Yüksekçe bir yere koydu onu. Biraz telaşlanmıştı; dizini
bir tahtaya çarptı. Sendeledi, yere düştü; hafif bir düşüş. Kalkmaya cesaret
edemedi; emekleyerek fenerin yanına gitti. Bir torba daha. Boşalttı: Eski
fotograflar! Amacından uzaklaşıyordu. Bana baskı yaptığını düşünmemeliyim.
Yüzüne karşı söylesem bile, içimden geçrimemeliyim bunu. Acdeleyle resimleri
yere yaydı, el fenerini dolaştırdı tozlu karartılar üzerinde. Başka bir eve
çıkmış olabilirdim, bir daha hiç görmeyeceğim birine bırakmış olabilirdim bütün
bunları. Resimleri karıştırdı: Ne kadar çok resim çektirmişim yarabbi! Çoğu da
iyi çıkmamış. Gülümsedi: O zamanlar ne kdar uzunmuş etekler! Çirkin bir
uzunluk. Duruşlar da gülünç Kim bilir hangi filmden? Arakamı dönüp yürüyormuş
gibi yapmışım da birden başımı çevirmişim. Kime bakmışım acaba? Aynı elbiseyle
bir resim daha. Yanımda biri var. Resim çok tozlanmıştı. Tozlu da olsa tanıyor
insan kendini. Parmağını ıslattı diliyle; tozlar önce çamur oldu, sonra... İlk
kocasının gülümseyen yüzünü gördü parmağının ucunda. Aman yarabbi! Bir zamanlar
evliydim ben de... sonra yine evliydim. İnsan bir günde varamıyor bir yere, ne
yapalım? Nereye? Tanımlayamadığım, bir ad veremediğim duygular yüzünden ne kdar
üzülmüştük. Eğildi, bir avuç resim aldı yerden: Bu resim çekilmeden önce, nasıl
hiç yoktan bir mesele çıkarmıştım, sonra da yürüyüp gitmiiştim. Sonra ne
olmuştu? Sonra... Buradasın ya... bu evde. Demek sonra ghiçbir şey olmadı
onunla ilgili. Ne kötü, ne de iyi bir şey: demek ki hiçbir şey. Ama bunu
hissetmedim; geçişler öyle sezdirmeden oldu ki... Hayır, düşüncelerin karıştı;
basit anlamıyla sözlerin... Bununla ne ilgisi var? Fakat ben... ondan kaçarken,
nasıl oldu da birden başımı çevirip bu resmi çektirdim. Hep böyle mi durdum
resimlerde? Yükzekçe bir yere oturdu, başını ellerinin arasına alıp düşünmeye
başladı. Onun da yüzü kim bilir nasıldı? Herhalde ben suçluyum, resim
çekilirken değil... belki o sırada haklıydım, muhakkak haklıydım. Çok daha
önce... çok daha önce...
Bir an önce
kitaplara ulaşmak istedi, geriye doğru bu sonsuz yolculuk bitsin istedi. Eski
balo ayakkabısını ayağından çıkarmaya çalıştı. Sonra arkası kapalı yumuşak
terliklerini bulamadı bir türlü. Sendeleyerek el fenerine doğru yürüdü.
İlerdeki köşede olmalıydı kitap sandığı. Fakat orada kitap sandığına benzemeyen
karanlık çıkıntılar vardı. Feneri bu garip yığına doğru tuttu. Korkuyla geri
çekildi: Biri vardı orda, oturan buir. Feneri alıp bütün gücüyle deliğe kaçmak
istedi, kımıldayamadı. Korkusuna rağmen fenerle birlikte, ona yaklaştı. Ne
yapmışsa korkusuna rağmen yapmıştı hayatı boyunca. Yoksa çoktan kaybolup
gitmişti. Feneri onun yüzüne tuttu: Aman Allahım! Eski sevgilisi yatıyordu
yerde. Tozlanmış, örümcek bağlamış; tavan arasındaki her şey gibi. Kitap
sandığına ver resim tahtalarına örümcek ağlarıyla tutturulmuş eski bir heykel
gibi. Sağ kolu bir masanın kenarına dayalı; parmakları kalem tutar gibi aşağı
ayrılmış, boşlukta. Dizleri titredi, dişleri birbirine çarptı, ayağının
altından kayıp gitti döşeme; kayarken de ayağına çarpan resim masası devrildi.
Kol yine boşlukta kaldı: Örümcek ağlarıyla tavana tutturulmuştu. Bu eliyle ne
yapmak istedi:? Bir şeyler mi yazmaya çalıştı? Ne yazık, hiçbir zaman
bilemeyeceğim. Sol yerdeydi., bir tabanca tutuyordu. Ah! Kendini mi öldürdü
yoksa? Olamaz!Bir şey yapsaydı ben bilirdim; her şeyi söylerdi bana. Öyle
konuşmuştuk. Beni bırakmazdı yalnız başıma.
Sonra hatırladı:
Bir gün tavan arasına çıkmıştı eski sevgilisi, şiddetli bir kavgadan sonra.
İkisinin de, artık dayanamıyorum, dediği bir gün. Ayrıntıları bulmaya çalıştı:
Belki de büyük bir tartışma olmamıştı. Biraz kavgalıydılar galiba. Gülümsedi Bu
biraz sözüne kızardı. Onu tavan arasında bırakıp sokağa fırlamıştı. Öleceğini
hissediyordu. Peki ama neden? Bilmiyuordu; duygunun şideeti kalmıştı aklında
sadece. Sonra 'onu' görmüştü sokakta: Bütün mutsuzluğuna, kendini zayıf
hissetmesine, ölmek istemesine rağmen 'onun' gözlerindeki ilgiyi, insanıalıp
götüren başkalığı fark etmişti nedense. O gün eve yalnız dönmüştü tabii. Ne
kadar daha çok gün eve yalnız döndüm onda sonra da. Şimdi karşımda konuşsaydı.
'Ne kadar dah çok' olur mu? Deseydi. Titreyen dizlerinin üstüne çöktü, el
fenerini tutu onun yüzüne: Gözleri açıktı, canlıydı. Bakamadı, başını karanlığa
çevirdi. Sonra baktı yine; onu, ölüm kalım meselelerinde yalnız bırakmayan
gücünden yararlandı yine. Hiç bozulmamış; geç kalmasaydım böyle olmazdı belki.
Üzüldü. Fakat hiç değişmemiş; son gördüğüm gibi, gözleri bile açık. Yalnız,
gözleribn bu canlılığında bir başkalık var: Her şeyi bildiği halde
duygulanamayan bir ifade. Görünüşüme bakma, içim öldü artık diye korkuturdu
beni. İnanmazdım. Öyle şeyler bulup söylerdi ki öldüğü halde. Belki beni
izliyor yine. Yerini değiştirdi. Benimle ilgili değilsin diyerek üzerdim onu.
Hayır bakmıyor bana. Belki de düşünüyor. Birden konuşmaya başlardı. Bütün
bunları ne zaman düşünüyorsun diye sorardım ona.
Ne zaman
düşündüğünü bir türlü göremiyorum. Hayır, gerçekten ölmedi; çünkü ben
yaşayamazdım ölseydi. Bunu biliyordu. Bu kadar yakınımda olduğunu bilmiyordum
ama sen bir yerde var olursan yaşayabilirim ancak demiştim. Nasıl olursan ol,
var olduğunu bilmek bana yeter demiştim. Bunu kavgadan çok önce söylemiştim
asma çalışmamızın hiçbir şeyi değiştirmeyeceğini biliyordu. Sonra onu bir süre
görmek istemediğim halde, onun orada olduğunu bildiğim halde, tavan arasına bir
türlü çıkamadığım halde onu düşündüğümü, onsuz yaşayamayacağımı biliyordu.
Sonra neden aramadım? Bür türlü fırsat olmadı; her an onu düşündüğüm halde hep
bir engel çıktı. Aşağıda yeni se4sler, yeni gürültüler duyduğu için inmedi bir
süre herhalde. Oysa biliyordu: Aramızda, hiçbir yeni varlığın önemi yoktu;
konuşmuştuk bütün büunları. Ben de onun inmesini beklemiş olmalıyım. Beni üzmek için inmediğini düşündüm önceleri. Sonra...
Bir türlü olmadı işte. Çıkamadım: Gelenler, gidenler, geçim sıkıntısı, yemek,
bulaşık, evin temizliği 'onun' bakımı (çocuk gibiydi, kendisine bakmasını
bilmiyordu), babamla annemin ölümü, bir şeyler yapma telaşı, önümde hep
yapılması gereken işlerin yığılması. Orada tavan arasında olduğunu unuttum
sonunda. (Onu unutmadım tabii). Ne bileyim, daha mutsuz insanlar vardı; onlarla
uğüraştım. Tavaqn arasında bu kadar kalacvağını da düşünemedim herhalde. Bir
yolunu bulup gitmiştir diye düşündüm. Başka nasıl düşünebilirdim? Yaşamam için,
onun her an var olması gerekliydi. Başka türlü hissetseydim, ölmüştüm şimdi.
Ayrıca, kaç kere tavan arasına çıkmayı içimden geçirdim. Hele kendini
öldürdüğünü duysaydım, muhakkak çıkardım. Dargın olduğumuza filan bakmazdım.
Duydum mu yoksa?
Bir keresinde yukarıda bir gürültü olmuştu galiba, rüzgar bir kapıyı çarptı
sanmıştım. Fakat nasıl olur? Onun tavan arasına çıkmasından günlerce sonra
duymuştum bu sesi. Ve ben günlerce bir köşeye büzülüp kalmıştım. Hiçbir yere
çıkamamıştım. Ateş etmişti demek. Yoksa kalbine... Titreyerek eğildi: Kalbine
bakmalıyım. Elbisesinin sol yanı çürümüştü; elinin hafif bir dokunuşuyla
dağıldı. İçinden bir sürü hamamböceği çıkarak ortalığa yayıldı. Onun bakımıyla
ilgilenmedim, elbiselerini hiç gözden geçirmedim; belki de dikmedğim bir
sökükten yemeye başladılar hamamböcekleri onu. Deliği büyüttüler sonunda.
Eliyle elbisenin altını yokladı. Neyse iç çamaşırlarından öteye geçememişler.
Derisi olduğu gibi duruyor. Teni çok sıcak sayılmaz ama kalbi yerindedir
herhalde. Korkara göğsünün sol yanına dokundu: İşte orada biliyorum. Başka
türlü yaşayamazdım çünkü. (Çünkü'yü cümlenin başında söylemeliydim, şimdi
kızacak. Evet, her an onun sözlerini düşünürek yaşadım, şimdi acaba ne der diye
düşündüm.) Yalnız bu kadarı çürümüş. İyi. Şimdi onu nasıl inandırabilirm bütün
bu süreyi onunla birlikte yaşadığıma? Onun unutmuş gibi yaşarken onu
düşündüğüme?Anlamaz, görünüşe kapılır, anlamaz. Başkasına rastladığım için, bu yeni
ilişlkinin her şeyi unutturduğunu düşünür.Oysa her şeyi hatırlıyorum; tavan
arasına çıktığı gün bu elbiseyi giydiğini bile. El fenerini ölünün üzerinde
dolaştırdı: Örümcek ağlarının gerisinde sesli bir görünüşü var.
Yalnız ağların
arasından elimi, onun kalbine götürdüğüm yer biraz karanlık. Rüya gibi bir
resim. Birlikte hiç resim çektirmemiştik. Bir sürü şey gibi bunu da yapamadık
nedense; bir türlü olmadı. Bir koşuşma, durmadan bir şeylerle uğraşma... Neden
koşuyorduk, acelemiz neydi? Tavan arasına çıktığı güne kadar, bir şeyin
arkasından hep başka bir şey yaptık, hiç durmadık, hiç tekrarlamadık. Sonra
köşemde kaldım günlerce; ne yedim ne düşündüm. Sigara içtim durmadan. Evi
yaşanmaz bir duruma getirdim sonunda. Bir savaş sonu kargaşalığı sardı her
yanı. Düzen içinde yaşamayı bir bakıma sevdiğim halde, dayanılmaz bir pislik ve
pasaklılık içinde çırpındım. Belki de böylece kendimi cezalandırmış oldum.
Sokağa fırlamak, 'ona' gitmek için, öldürücü bi rümitsizliğe düşmek istedim.
Kim bilir? Belki de, kendim için böyle kötü şeyler düşünmemi istersin diye
söylüyorum bunları. Fakat senin öleceğini, kendini öldüreceğini hiç düşünmedim.
Uzak bir yerde, hiç olmazsa görünüşte sakin bir yaşantı içinde olacağını hayal
ettim senin.
Işığın altından
kaçmaya çabalyan bir hamamböceği takıldı gözüne, kendine geldi. El feneriyle
izledi böceği: Çirkin yaratık, yukarı çıkmaya çalışıyordu ağlara takılarak.
Böceğin ayakları, elbiseyi parçalar diye korktu. Yıllar geçmişti, küçük bir
dokunuşa dayanamzdı, kim bilir? İşte, boynundan yukarı doğru çıkıyor, yanağında
biraz sendeledi: Sakalı biraz uzamış da ondan; zaten her gün tıraş olmayı
sevmezdi. Yanaktan ukarı çıkan böcek, şakağa doğru gözden kayboldu. El fenerini
oraya tutsam mı? Hayır. Korktu; fakat yarı karanlıkta kurşunun deliğini gördü.
Titreyerek geri çekildiği sırada, aynı delikten çıktı hamamböceği: Bacaklarının
arasında küçük, pürüzlü bir parça taşıyordu. Dehşete kapılarak feneri deliğin
içine tuttu: Işınlar, kafatasının iç duvarlarında yansıdı. Eyvah! Böcekler
beynini yemişlerdi, en yumuşak tarafını. Belki de hamamböceği son parçayı
taşıyordu. Kendini tutamadı: "Seni çok mu yalnız bıraktılar
sevgilim?" dedi. Aşağıdan, başka bir deliğin içinden sevgilisinin sesini
duydu.
"Bir şey mi
söyledin canım?"
Elini telaşla
kitap sandığına soktu. "Hiç" diye karşılık verdi aceleyle.
"Kendi kendime konuşuyordum."
Alıntı