Ay ışıklarını püsküllerken
gölgesine sığındığı bulutların
donmuş bir göl kıyılarında geziniyorum
tırnaklarım üzerinde kayarak
buz tutsada avuçlarım
derin izler yayılıyor beyaz tuvale
yapraklar sökün ediyor sonbahardan kalma
dalları kırılmış kayın ağaçları
inliyor esen rüzgarda
yansıyor cam gözelerde
düğme dudaklı
yosun bakışlı
kurbağalar
vals ediyorum
gölgeme sarılmışım sırıl sıklam
dans eden bir evrende nokta bile sayılmam
bu telaş ne anlamıyorum
ne bu ölümüne kaçış
yaşamak varken
kendi kendine...
dedi karakedi
attı sırtına kümelenmiş siyah pelerini
çıktı kerevetine
terkettiği düşeşlerin
sevmeyi belletmediler
önce kendin varsın demediler
sonra kendin kalacasın
sipsivri
pili bitmiş sokak lambası gibi
istesen yaratırdın
kaburganı kırmadan
kendiyle barışık biri
onunla çıkardın
tepeleri buzlanmış
yalçın kayalıklara
uçar gibi
düşsen bile
kendi
ellerinle yakalayacaktın
turnakları sökülmüş ellerini
kendi müziğini yazıp
kendinle dansedecektin
piyano tuşlarında gezinir gibi
kendi yağınla
kendi çiğerini kavuracak
kendi dilinle tadacaktın rengini...
kendi sahnende
kendini seyredecektin maskesiz
kendi çukuruna
kendin girecektin kefensiz
kendi ölümünle yüzleşecektin çaresiz
ne oldu sana
baba torik
yürüdüğün yolları
başkaları kaderledi kısmetledi
attığın adımları
başkaları ölçtü endazeledi
çıktığın damları
içtiğin ramları
çektiğin acıları
gamları
vede yediğin taamları
bir bilen
bir düşünen
bir yoluna koyan
bildi
düşündü
kodu gitti..
kimi neden seveceğini
neresinden nasıl öpeceğini
tırnağını nereye gömeceğini
dizi dibinde öleceğini
bildi bildirdi
haddini
ahvalini
dedi karakedi
gölgesini çekti başına
uyku tulumu gibi
sızdı sabahın moruna sığınıp
düşünde
siyah derili bir haydut olmuştu
boyun uran
baş koparan
zenginden koparıp
fakire sunan
buzlu derede
soğuk suyla yunan
dağların gök gözlü kurdu
ovaların engereği
yaylaların çadır direği
kangal köpeği
köleleşmemiş...
yıllarca teslim alınamamış
tepelerinde gezindi
munzurun
demir sülüklü sularından içti
çelikleşti
ne mavzerden vazgeçti
nede yalın kaşlı hacerden
jandarmanın korkulu sayıklaması
ağaların terli ayıklamasıydı
ne olduysa baharı muştulayan anda oldu
kanı damarına dar
kaçak durmak ar geldi
sarılan tepelerin ayazına
sazlı göllerin avazına
aldırmadan
indi pınarları meşeli
çocukları neşeli
köy meydadına
ferman buyurdu
ya sevdalısı haceri
teslim oluna
zurna davul vurula
yada
ortalığı tarumar
ede
omuzdan başlar düşe
düşeşe!
titredi meydan
ateşin şavkıyla
vişne dallı kadife mintan içinde
salınıp koşunca
hacerin ayakları..
birden pusu kurmuş
jandarma mavzeri
kustu
barut kokusunu kan deryası üstüne
yıkıldı
munzurun haydutu aliş
erişmeden hacerin memelerine
yıkıldı kara selviler gibi
ağır ve mağrur
diz çökmeden
efendilerine
yıkıldı gökyüzü bulut bulut
yağmur yağmur
kar kar
tepeleme
kardelenler üzerine
gelinler kara yaşmak bağladı
sevi
sevda üstüne
destanlar söylendi
yarlardan aşağı uçuşan
kelebekler üstüne
kadınlık
kadılığa teslim oldu
töresel düttürü üstüne
yarıldı karakedinin düşü
düşünce
saçakları başak gibi buz tutmuş
damdan baş aşağı
telaşla uyanmış sokak üstüne
ayaklanmış yollarda
insan sulüetleri
dudakları mühürlenmişler
sessizlik andı içmişlerle kolkola
omuz omuza yürümeler
ülkelerin lanetlenmişleriyle sürünenler
sürgünleri tomurcuklanmış
asma bahçeleri
yedi verenlerle ezilenler
şaraba duranlar
şirkeleşmeye yeminliler
küpe sığmayanlar
şeytan çatlatanlar
yeterler
hayırlar
edi beseler
el
ayak
baş
üstüne
Volkan Kemal
Yarımlık'laradan