Monday, March 10, 2014

Sömürü düzeni cinsiyetler-üstü mü?


Mar 9, 2014 


Posted by Öykü Didem Aydın
    

"Binlerce kilometre yol kat etmiş, kan ve ateşin içinden ilerleyen
    bir askerin bir kadınla biraz eğlenmesinde ne var?"     Stalin     (!)

1. Kadının kurtuluşu komünizmle mi gelecek?!


Soru önemli, çok eski ve neredeyse klasikleşti ve hatta klişeleşti. En geç Clara Zetkin‘in Lenin‘le yaptığı söyleşilerden bu yana da sosyalist‘in bu soruya cevabının “evet tabii, tabii” olduğunu biliyoruz. Lenin “…kadınların çileleri, ihtiyaçları ve arzuları ile bizim taleplerimiz arasındaki siyasal bağlantıyı görmeleri yolunda bilinçlendirilmeleri gerekir. Proletarya diktatörlüğünün onlar için ne anlama geleceğinin ayrımına varmalıdırlar: Hukukta ve uygulamada; ailede, devlette, toplumda kadın ve erkek arasında tam eşitlik ve burjuvazinin iktidarının sona ermesi…” demişti.
Lenin, Inessa Armand‘a, Armand’ın kadınların aşk özgürlüğü ibaresini koymak istediği bir bildiri hazırlığıyla ilgili olarak 17 Ocak 1915 tarihinde yazdığı bir mektubunda, bu ibarenin hiç de açık olmadığını, bir burjuva talebi olduğunu ifade etmiş ve Armand‘a ironik olarak “neticede bu ibareden ne anlıyorsunuz? Bu ibareden ne anlaşılabilir ki” diyerek sormuştu:
      Aşk işlerinde maddi, mali hesaplardan özgürlük mü?
      Maddi endişelerden özgürlük mü?
      Dinsel önyargılardan özgürlük mü?
      Papanın yasaklarından özgürlük mü?
      “Toplumun” önyargılarından özgürlük mü?
      İnsanın dar çevresinden özgürlüğü mü? (köylülüğünden, küçük burjuvalığından, burjuva aydınlığından?)
      Hukukun, yargının, polisin kısıtlamalarından özgürlük mü?
      Aşktaki ciddiyet unsurundan özgürlük mü?
      Çocuk-doğurmaktan özgürlük mü?
      Zina özgürlüğü mü?
Onun, fazla serbest aşkı veyahut üstüste ve ardı ardına cinselliği “Cinsellik neticede bir bardak su içmek gibidir” mealinde sıradanlaştıracak derecede savunmadığını biliyoruz. Ona göre de aşk çok özel, önemli, ciddi bir ilişkidir ve bir bardak su içmekle karşılaştırılamaz. Serbest aşkı bir bardak su içme gibi savunmak da aslen burjuva romantiklerinde veya -onun somut örneğiyle- D’Annunzio‘da tecessüm etmiş bir burjuva talebidir!
Lenin‘in yukarıdaki soruları, ister aşk bağlamında olsun, ister kadına karşı ayrımcılıkta, ister cinsiyetçiliğin akla gelen diğer tüm bağlamlarında, kadın meselesinin daha geniş ölçekli toplumsal meselelerden ayrılamayacağı ve hakça düzen kuracak bir devrimci iktidarı kurma işinin ancak ikincil bir parçası olabileceği fikrini Engels‘in “Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni” eserine de dayanarak ortaya koyuyor. O gün bugündür sosyalistler, kadın meselesini hiçbir zaman “devrim meselelerinden” ayırmadılar. Ayırmadılar ayırmadılar ama hakiki sosyalistler, sosyalist mücadeleye kadınların kazanılması, kadın ve erkek arasındaki tam eşitliğin sosyalist kuram ve praktiğe kültürel olarak işlenmesi, fahişe‘likten, ev kadınlarının dar ev ortamlarından çıkarılmasına, ev kadınlığı hâlinden serbest aşk, serbest aşktan anneliğe, annelikten eşit işe eşit ücret savunularına uzanan çizgilerde kadın sorununu her zaman tartıştılar, konu ve mesele ettiler ve belirli ölçüde ayrı ve ayrıksı olarak akıllarının ve hayat tarzları‘nın bir tarafında tuttular.
Gene Clara Zetkin‘in kadın mesele ve işleriyle ilgili olarak Lenin‘le yaptığı mülakatlarda sorduğu “[Peki] Sovyet Rusya‘da durumun nasıl” olduğu yolundaki sorusuna cevaben Lenin “…proletarya diktatörlüğü hükümeti, Komünist Parti ve sendikalarla beraber, erkeklerin ve kadınların geri düşüncelerini ve eski, komünist karşıtı psikolojiyi yenmek için ters çevirmedik taş bırakmamaktadır. Hukukta doğallıkla erkek ve kadın arasında tam eşitlik vardır. Ve her yerde bu samimi arzuyu pratiğe dökme çabası vardır. Kadınları toplumsal ekonomiye, yasama ve yürütme güzüne kazandırıyoruz. Mesleki ve toplumsal kapasitelerini arttırmak ve geliştirmek için bütün eğitim kurumları kendilerine açıktır. Kamusal mutfaklar ve yemekhaneler, kamusal çamaşırhaneler ve tamirhaneler, bakımevleri, çocuk yuvaları, her türden eğitim merkezleri açıyoruz. Özetle, ayrıksı hanelerin ekonomik ve eğitsel işlevlerinin topluma aktarılması yolundaki ihtiyacı ciddi olarak gideriyoruz. Bu, kadınlar için eski hanehalkı düzeninin çileli işlerinden ve erkeğe bağımlılıktan kurtulmaları ve özgürleşmeleri anlamına gelecektir. Bu, onların, bütün yeteneklerini ve eğilimlerini kullanabilmeleri anlamına gelecektir. Çocuklar evden daha iyi koşullarda yetiştirilmektedirler. Dünya ülkeleri arasında kadın işçileri koruyan en ileri hukuksal düzenlemelere sahibiz. Doğumhaneler kuruyoruz, anneler ve çocukları için evler kuruyoruz, annelik klinikleri kuruyoruz, çocuk bakımı konusunda kurslar düzenliyoruz, annelere kendilerine ve çocuklarına nasıl bakmaları gerektiğini öğreten sergiler ve benzeri toplantılar açıyoruz. İşsiz ve korumasız kadınları gözetmek için en ciddi çabaları gösteriyoruz” demiştir.
Buna rağmen Lenin ve Leninistler veyahut en geniş düşünsel ve pratik yayılımları içinde sosyalistler hiçbir zaman, -kendilerine sosyalist desinler ya da demesinler- feminist‘lerden haz etmemiş ve feminizm‘i bir burjuva hareketi olarak görmüşlerdir. Sosyalist düşünce ve pratiğin bütün açılımları içinde kadın meselesine kuramsal ve pratik yaklaşımını ortaya koymak ciltler doldurmayı gerektirir, burada bu kısa özetle yetinmek lazım.
2. “At bizim, avrat bizim, silah bizim, şan bizim!”
Türkiye’de de halihazırda cinsiyetçilikle mücadeleciliğin, sınıf mücadelesinden bağımsız olarak önemli mevziler kazanmaya çalışmasını eleştiren ve bu mücadelenin feministlerini yeni dünya düzeni‘nin kötü niyetlerine alet olmakla suçlayan bir kısım sol‘cu için feminizmin de sınıf mücadelesinin altını oyan kimlik siyasetçiliği ve etnik, dini, cemaatçi vb. ayrışmalardan farkı yok. Bunlara göre sınıfsal sömürü düzeni ortadan kaldırılmadıkça ve buna nereden bağlanıyorsa oradan bağlanan ulusal tam bağımsızlık meseleleri çözülmedikçe feminist olmanın, kadın mücadelesi vermenin neredeyse hiçbir manası yok. Ayrıca ‘tek başına ve fazla ileri giden’ feminizm kadın ve erkek hep bir hallı Turhallı emekçi mücadelesine zarar veriyor!
İyi de akla şu soru geliyor: Sosyalist olsun ya da olmasınlar feministler de Lenin’in yukarıda göndermede bulunduğum Clara Zetkin‘e verdiği ve Sovyet Rusya’da işin daha en başında hayata geçirilmeye başlandığını söylediği aşamaları, Sovyet Rusya “gibi” olup olmayacağı veya olması lazım gelip gelmeyeceği hiç de açık olmayan her yerde talep etmiyorlar mı? Bunları devrim‘den önce de talep etmelerinde ne gibi bir sakınca olabilir ki?! Şu sosyalistler, feministleri –en azından- görmezden gelemezler miydi? Uğraşacakları koskoca burjuvazi varken, hiç olmazsa kadın meselesinde kendi taleplerine pek benzer talepleri dile getiren ve bunların şimdi ve burada hayata geçirilmesi yolunda mücadele veren feminist‘leri ne diye burjuva ideolojisinin yeniden üreticileri konumuna indirgeyerek feminist taleplerinin –en azından kadın meselesi ile ilgili olarak- sosyalist taleplerle örtüştüğünü görmüyorlar? Sosyalist olsunlar ya da olmasınlar, bütün bu geri kalanların feministlerle derdi ne?
Feministlerin kimlik siyasetçiliğini yerden yere vuran bazı solcuların proleteryanın devrimci diktatörlüğü veyahut ulusal tam bağımsızlık mücadelesi verirken unuttukları bir şey var: Kendi elleri, dilleri, belleri. Pek çok kadının Paris Komünü‘nün kadınları kadar “şanslı” (şanslı tırnak içinde!) olmadığının ve “erkekler” ile beraber sömürü düzeni filan yıkmaya kalkamayacak kadar doğuştan yitirmiş olduğunun farkında değiller. 8 Mart emekçi kadınların günü, anladık; kadın günü değil, onu da anladık, tamam. Ve fakat: Varsın emekçi kadınlar, günün birinde sömürü düzenini ve aralarında kadınların dahi bulunduğu sömürücüleri dünyadan silecek olsunlar, varsın onlar “erkek” yoldaş‘larıyla beraber, mücadeleleriyle, eşitlik ve özgürlük getirecek olsunlar! Varsın kurtuluş, feminizmle değil, komünizmle gelecek olsun! Yine de o gün gelene dek kadınların tek başına ve kendilerini erkek yoldaşları‘ndan arada bir ayrıksı tutarak yapmaları gereken çok iş yok mu? O vakte kadar da kadınların kurtuluşu, komünizmle değil feminizmle olacak!
Feministler, marksist veya -marksizmin karşısında ne duruyorsa artık işte- o’sist olabilirler, sol olan solu rahatsız eden bu. Şu sömürü düzeni bir kalksın ve devrim gelsin de sonra nasılsa kadın-erkek meselesi diye bir mesele kalmayacak. Kalmayacak mı hakikaten? Paris Komünü’nde erkek yoldaşlarıyla beraber barikatlarda kahramanca direnen kadınlar olmuş olabilir ama Stalin‘in Kızıl Ordu‘sunun gözü dönmüş erkek askerleri tarafından tecavüze uğrayan kadınlar da var. Bunu kafalara abidevi bir kitabe gibi çakan Soljenitsin‘in Prusya Geceleri adlı destanı var! “Proletaryanın devrimci diktatörlüğü” gelmeden önce de kadın ve erkek arasında çözülmesi gereken meseleler var. Hâlâ iktidar‘ı eleştirirken orospu çocukları, kadınlara orospu, eşcinsellere ibne diyen pek çok solcu var. Bugün kendini solcu zanneden bir dizi platformun, medya aracının söylem tahlilini yapacak olursanız bu boyutta göreceğiniz en tuhaf hâl bunların kullandığı eril dil, eril el ve eril bel’dir. Ekim Devrimcileri, herhalde hepinizin anasını sikeceğiz diye diye iktidara yürümemişlerdi! Yürümemişlerdi ama kendilerini sol‘cu felan sanan pek çok Türk oğlu Türk kafalı, hepinizin anasını sikeceğiz diyerek proletaryanın devrimci diktatörlüğüne filan feşmekân er‘ebilecekleri zannediyor!
Tamam. Fakat Sovyet askerlerinin kadın-insanlığa karşı suçlarına ve üç beş Türk solunun eril mi eril eline, diline, beline gönderme yapmak kurtuluşumuz feminizmle değil komünizmle gelecek savını çürütmeye yetmez. O nedenle…
3. Önce “İktidar” Çar “İktidar”!
Pınar Selek, bir tarafta fena bir saptama yapmamış: “Özgürlüğü iktidar mücadelesi paradigması içinde ele alan sol, devlet karşısındaki tüm mağduriyetine ve özgürlük adına ödediği bedellere rağmen, bütünlüklü bir sistem karşıtı perspektife sahip olmadığı için iktidarı en ince, en hegamonik bir biçimde inşa etti. Makûs tarihinin de etkisiyle, devlete karşı mücadele ederken, onun değerlerini, zihniyetini ve söylemini yeniden üretti. Şehitlik, sadakat, bağlılık, cesaret söylemlerinin içine gömüldü. Fedailiğin, askeri kahramanlığın yüceltildiği, liderlik-şeflik sisteminin yetkin bir biçimde geliştirildiği, kadınların nesneleştiği, milliyetçiliğin zemin bulduğu, bu topraklara özgü çeteciliğin-komploculuğun yeni örneklerinin üretildiği, disiplin mekanizmalarının, pragmatizmin, hiyerarşinin ve şiddetin meşrulaştığı bir alan oldu.” Paragraf içindeki bütünlüklü sistem perspektifine sahip olamadığı için ibaresine dikkati çekmek isterim.
Selek, “bu topraklara özgü çeteciliğin-komploculuğun” derken herhalde üç beş dil bilen, dünyayı gezmiş-görmüş, her türlü ortam ve mekânda bulunmuş, yaşamış, çalışmış; devleti ve bireyi tanımış; Latincesiyle, Eski Yunancasını yarıştırırken ilk çağ felsefesinden kendi günlerine kadar en derinlikli olanlarla beraber “en üstünkörü öpüşme, evlilik içindeki ruhsuz bir öpüşmeden iyidir” gibi trivial bir meseleyi dahi, mantık akrobasisi yapacak derecede dert edebilecek çap ve ebattaki erken-Alman veyahut erken-Fransız veyahut erken-Rus sosyalist aydın önderlerinden bahsetmiyor, basbayağı bugünün Türk solundan bahsediyor ve herhalde bütünlüklü derken, hükümeti ele geçirmeden önce toplumsal kültürel alanda ince iş çıkarma konusundaki beceriksizliği de ima ediyor olsa gerek. Siyasal alanda mücadele şüphesiz kritiktir ama siyasetin doğrudan doğruya veyahut çıplak gözle görünür olmadığı toplumsal kültürel alanda ince iş çıkarmanın önemi büyük. Hiçbir zaman sol, iktidarı ele geçirirse sokakta, mutfakta, yatakta ve işte kadınların bu iktidar değişikliğine bağlı ve hemen özgür ve eşit olabileceklerine inanmadık, inanamadık. Zaten herhalde yukarıda çap ve ebatlarına gönderme yaptığım erken-doğru-dürüst-sosyalist‘ler de yatak ve mutfak meselelerini hiç tartışmayalım, önce “du bakalım iktidarı ele geçirelim” filan dememiş, her meseleyi, en ince ayrıntısına dek ve başta “adamakıllı sosyalistlerin kadınakıllı sosyalistleştirilmesi meselesi de dahil olmak üzere dert etmiştir sanıyorum!
4. Modası Geçen Bir Ayrım: Biyolojik Cinsiyet-Toplumsal Cinsiyet
Geçelim erken veya geç-sosyalistleri. Bugün insanlığın vardığı bilimsel-teknolojik gelişmelere nazaran bırakınız toplumsal olanı ile artık biyolojik cinsiyetçilik ile dahi mücadele edilmesi gerekli ve mümkün hale gelmedi mi? Biyolojilerimizden kaynaklanan pek tabii eşitsizlikler bile bugün kadın ve erkek olarak eşit insanlar olabilmemizin önündeki büyük bir engeldir ve insanlığın vardığı bilimsel-teknolojik olanaklar, doğru yöne kanalize edilebilirlerse onlarla da mücadele edebilme olanağını bize vermektedir. Bugün kadınlara anneliği öğretecek sosyalist seminerlerden ziyade, erkekleri de anne kılma yolundaki mücadeleye varmıştır aşama ve anne kılma‘dan kastımız şimdilik, örneğin annelik izninin sadece çalışan kadınlara değil, çalışan erkeklere de verilebilmesidir mesela. Feministler, böyle şeylerle ilgilenirler! Daha değişik şeylerle de ilgilenirler: Neden toplumsal hafızalarda kalan devrim şehitlerinin hep ‘erkek’ ölü‘ler olduğu ile de ilgilenebilirler! Burjuvazinin elinden iktidarı almakla filan ilgilenmek zorunda da değillerdir yine mesela. İlgilendikleri tek şey, burjuvazi içinde dahi kadın erkek eşitliği için verilecek mücadelenin ileride sosyalistlerin de çok işine yarayacağıdır. Bugün bir mucize olup da Almanya sosyalizme geçse ve ondan da büyük bir mucize olup Türkiye sosyalizme geçse, ikisinin sosyalizm‘e geçtiği aşamadan önce kadın özgürlüğünden cinsel özgürlüklere, özgürlüklerden kadının her alanda güçlenmesine kadar gösterdiği başarı ya da başarısızlık, somut sosyalist pratiklerini de doğrudan etkileyecektir. O nedenle feministleri küçümseyen sosyalistler, özünde proleterya‘nın felanın, diktatörlüğünün feşmekanın gerçekleştirildiği tarihsel moment‘de “ileride ortadan kaldırılacak olsa da hâlâ yaşamakta” olan ön-kültürel pratikler karşısında çaresiz kalmaktan ancak kimlik siyasetçiliği ile yaftaladıkları feministlerin şimdi ve burada kazandığı mevziler sayesinde kurtulacaklardır. Bugün Almanya’da kadınlar, bir sosyalist ahbabın oradaki durumu gözlemledikten sonra dediği gibi “yahu ne güzel burası, hükümet gibi kadınlar memelerini sallaya sallaya dolaşabiliyorlar”!
Kadın biyolojisi ve özellikle kadınlığın belki de daha çok uzun süre varolmaya devam edecek tek ayırıcı özelliği olan doğurganlık kavramı ve bu kavramın sosyolojik hinterlandı, sömürü düzenini alt etmekle başa çıkılamayacak denli ağır ve erkeklerden çok farklı sorumluluklar yüklüyor kadının sırtına. Çünkü kadın, ancak doğurganlığı ve doğal olarak zoraki anneliği üzerinden farklı türdeki bir hayvan türüne indirgenebiliyor. Bedensel gücü de zayıf kadının. Bir erkekle kolay kolay yumruk yumruğa dövüşememesi ve silahsız bile olsa kaba kuvvete kolay kolay karşı koyamaması, cinsel taciz‘i çok kolaylaştıran bir biyolojik yapı farkı değil mi? Biyolojiden kaynaklanan eşitsizlikler, toplumsal alanda yeniden üretilip, siyasal alana yayılmamış mı tarih boyunca? Kadınlar neden yer altı maden işçileri olamıyorlar? Mantıklı biriyseniz ve aklınızda bir tahmin varsa tam üstüne bastınız! Eğer birileri maden işçisi olacaksa ve sizin sosyalist düzeninizde de maden çıkarılacaksa, biz feministler düzeninizde kadınları maden işçisi yapmayacak koruyucu reçeteleri bir ilerleme olarak görmeyiz mesela. Kadınların maden işçisi yapılmamasındaki felsefenin derinlerine inmeye çalışırız, daha biyolojik ve temel meseleye, yerin tam altına inmeye çalışırız! Bu arada cinselliğin ne diye bir bardak su içmek‘ten farklı olması gerektiği savını da sorgularız. Öyledir deriz, öyle değildir deriz ama sorgularız. Aramıza eşcinselleri ve özellikle kadın eşcinselleri de katar karıştırırız. Dar kafalı bir sosyalist, Emma Goldmann sayesinde eşcinselliğin burjuva düzeninin dekadent bir veçhesi olmadığını ve emekçilerin de eşcinsel olabileceğini öğrenmişse, dar kafalı bir burjuva‘ya da aynı şeyi biz feminist‘ler öğretebiliriz! Bu işler sosyalistlerin meselesi olmayabilir ama bizim meselemiz‘dir… Daha işin en başında biyolojik eşitsizlik duruyorsa, kadın meselesine salt toplumsal cinsiyetçilik algısından kaynaklanan bir mesele olarak bakmak da yetersiz kalıyor. Meseleye “sömürü düzeni kalkarsa eşitsizlikler kalkar” gözlüğünden bakmak da yetersizdir, bizim açımızdan yetersiz kalacaktır.
5. Erkeğin Kimliği ‘Kadın’dan Sorulur!
Erkek, kadın olmayandır! İronik olarak söylüyorum tabii. Bu ikili karşıtlığın çağrıştırdıklarından kurtulmadıkça, kadının insan haysiyetini tanımak zor. Bunu en çok benekli sırtlanlar örneğinde somutlaştırırım. Dişi ve erkek sınıflaması genelde hayvanlar aleminden verilen örneklerle çok önyargılı bir hal almıştır çünkü. İşte kadın budur, erkek şudur; hatta kadının beyni/erkeğin beyni, Venüs/Mars ve saire bir çok safsata bu alanda egemen olmuştur. Benekli sırtlanlarda, dişiler erkeklerden daha büyük ve bedensel olarak daha güçlüdür. Her benekli sırtlan sürüsünde sürüye egemen bir kraliçe sırtlan bulunur ve bu sosyal pozisyonunu daha sonra dişi yavrularına miras bırakır. Bir sürü içinde doğan dişi, hayatının sonuna kadar o sürü içinde kalır. Ancak erkek benekli sırtlan, iki yaşına gelmeden önce sürüden ayrılmak, kendisine yeni bir klan, yeni bir sürü bulmak zorundadır. Bu nedenle genellikle göçmen statüsündedir. Göçmen erkek yeni bir sürüye kabul edildiğinde toplumsal statüsünü -özellikle sürünün güçlü dişileriyle çiftleşerek- yavaş yavaş yükseltebilir ancak en yüksek statüdeki erkek benekli sırtlan hiç bir zaman en düşük statüdeki dişi benekli sırtlandan daha yüksek bir sosyal statüye sahip olamaz. Dişi benekli sırtlan ceninlerinde yapılan araştırmalar, bu ceninlerin yüksek düzeyde testosterona sahip olduklarını göstermiştir. Bu nedenle yetişkin dişi benekli sırtlan da yüksek düzeyde testosteron salgılar. Bu durum, onların cinsiyet uzuvlarının tuhaflığını da açıklamaktadır. Dişi sırtlanların rahmi yoktur, onlar erkek cinsiyet uzvuna çok benzeyen oldukça gelişmiş klitorisleri yoluyla doğum yaparlar. Hayli gelişkin klitorisleri üzerinden aynı zamanda idrarlarını da yaparlar ve uzuv, aynı zamanda ereksiyona da müsaittir. Ereksiyon tecrübe etme özelliğine sahip olan ancak bir nev’i rahim gibi de işlevsel olan tek bir kanal! Bu durum, çiftleşmeyi erkek sırtlan için daha zor hale getirirken erkek tarafından tecavüz‘e uğramayı da fiziksel olarak olanaksız kılmaktadır. Fetüs, klitorisin arkasına yerleşir ve doğacak kadar büyüdüğünde de oldukça uzun doğum kanalından geçerek hayli zor bir doğum süreci ile doğar. Sırtlanlar, aslanlara da mobbing yapabilen oldukça ilginç, sosyal olarak hayli gelişmiş yaratıklar. Buradan ne anladık? Şunu anladık: Bu durum bize tabiatın sosyal düzeninin tek bir modele değil, türlü türlü modellere dayandığını gösterir. İnsanlar arası ideal sosyal düzen arayışlarında veya cinslerarası ilişkilerde hayvanlara atıfta bulunmak çoğu zaman çok yetersizdir.
Hayvanlar alemi bize, bu anlamda en geniş çeşitliliği sunarak anlayış ve kavrayışımızın sınırlarını ve belki de ileride yapacağımız buluşların (örneğin erkeklerin de doğurması gibi) öncellerini sunmaktadırlar. Bu kadar çok testosteron salgılayan, saldırgan, atılgan, egemen ancak aynı zamanda da doğurgan olan bir bedenin cinsiyeti nedir? Şüphesiz toplumsal cinsiyet algısı bunu bir yere oturtamaz; biyolojik cinsiyet algısı dahi burada biraz şaşırmıştır. Demek ki bedenin büyüklüğü ve kuvveti, hayvanlar dünyasında da her zaman erkekliğe özgü bir hal değildir, testosteron hiç değildir. Sırtlanlar açısından dişiliğin ayırt edici tek özelliği doğurgan‘lıktır. Buna rağmen yukarıda belirttiğimiz gibi o da neredeyse penise benzer bir organ içinden doğurganlık… İşte kadın için öteki olan erkek, erkek için öteki olan kadın bu örnekte ne kadar birbirine karışıyor. Düşünce sistemimizi, kendimizi öteki üzerinden değil, kendimiz olarak tanımlayacak yollar bulmak üzere genişletmeliyiz. Havsalamız yeterince geniştir.

Feministler, “sırtlan olmak lazımmış” diyor değiller ama işte acaba insanlık, biyolojisinden dahi kurtulabilecek mi, sorusu ile de meşguller.
 

6. Son Olsun

Evlilikle mutfağın ayrılması, kadına her alanda tam eşitlik ve özgürlük, Parti‘nin Jenotdel seksiyonu sayesinde erkek sosyalistlerin de bu bilinci içselleştirmesini sağlama, eşcinsellik yasağını kaldırma, kadınlara “yeraltında madenci olarak çalışabilmek” de dahil olmak üzere her alanda en ileri kazanımları getirme yolundaki sosyalist erken pratik ne yazık ki aşama aşama hadım edilerek 1930′lardan itibaren güçten düşmüştür Sovyet Rusya’da. Hülya Osmanoğlu, pek yerinde olarak kadınların bu makûs talihi‘ni Ekim Devrimi‘nin kurtaramadığını ima etmiş. Evet patriyarka da bir egemenlik ilişkisidir. Hatta sömürünün en ilkel, en kaba ve en asli biçimdir. Sizi bekleyemeyiz. Biz ayrı taraftan ön hazırlık yapalım izin verin! Şu zor zamanlarda bile kırk elli ayrı fraksiyon ve partiden oluşuyorsunuz… İzin verin de halkın yarısını oluşturan insanlar, ‘kendi’ kadınlıklarının insanlığı için mücadele verebilsinler. Burjuva ‘m’urjuva… Bugün için daha hızlı, öyle ya da böyle yekpare ve etkili mücadele veriyoruz çünkü!
Hem 8 Mart 2014 Dünya Kadınlar Günü, hem de 8 Mart 2014 Dünya “Emekçi” Kadınlar Günü kutlu olsun.
Read more:
http://istanbuldasanat.org/somuru-duzeni-cinsiyetler-ustu-mu/#ixzz2vbWn96mV