Sunday, June 30, 2013

Taksim ve Rio’dan Tahrir’e biber gazının kokusu… -Kahire’den Yoldaşlar

“Taksim’den Tahrir’e, Bulgaristan’dan Brezilya’ya yalnızca küçük bir elit tabakaya yarayan baskıcı devlet yapılarına karşı aynı mücadeleyi veriyoruz”
Mısırlı “Kahire’den Yoldaşlar” aktivist kolektifinden açık mektup:
Aynı safta mücadele ettiklerimize,
30 Haziran, 25 ve 28 Ocak 2011’de başlatılan aşamanın üzerinde gelişme kaydedilmesiyle, bizim açımızdan isyanın yeni bir aşamasını ortaya çıkaracak. Bu defa ekonomik sömürü, polis şiddeti, işkence ve ölüm biçimlerinin daha da benzerini beraberinde getiren Müslüman Kardeşlerin saltanatına karşı isyan ediyoruz.
Onurlu ve adil bir geçime dair hiçbir belirtinin olmaması bir yana, doğru dürüst bir hayat sürmek de mümkün olmadığından, “demokrasi”nin gelişinden bahsetmek hiç anlamlı değildir. Bir seçim süreciyle elde edilen meşruluk iddialarının Mısır’daki mücadelelerimizin sürdürdüğü gerçeklikle alakâsı yoktur, zira çehresini değiştiren fakat aynı bastırma, kemer sıkma ve polis vahşeti mantığını sürdüren baskıcı bir rejimin devamıyla karşı karşıyayız. Yetkililer halka karşı aynı sorumsuzluğu devam ettiriyor, ve kişisel erk ve serveti arttırmak için iktidar makamları fırsata dönüştürülüyor.
30 Haziran, Devrim’in çığlığını yeniliyor: “Halk Bu Düzenin Yıkılmasını İstiyor.” Ne Müslüman Kardeşlerin aşağılık otoritarizmi ve ahbap çavuş kapitalizmi, ne siyasi ve ekonomik yaşam üzerinde sıkı denetimi sürdüren askeri bir aygıt, ne de Mübarek döneminin eski yapıları tarafından idare edilen bir gelecek amaçlıyoruz. 30 Haziran’da sokaklara çıkacak protestocu topluluklar bu çağrı etrafında birleşmese de, bu çağrı bizimdir –bizim bakış açımız bu olmalı çünkü geçmişin kanlı dönemlerine geri dönüşü kabul etmeyeceğiz.
İletişim ağlarımız halen zayıf olmasına rağmen, özellikle Türkiye ve Brezilya’daki son ayaklanmalardan umut ve ilham alıyoruz. Her birimiz farklı siyasi ve ekonomik gerçekliklerden doğduk, fakat hepimiz halkın yararına görüşlerden yoksun oldukları arzularını devam ettiren katı çevreler (tight circles) tarafından yönetildik. 2003’de Brezilya’nın Bahia’da kurulan yatay Ücretsiz Ulaşım Hareketi’nin örgütlenmesinden ve Türkiye’nin dört bir yanına yayılan halk meclislerinden ilham alıyoruz.
Mısır’da yerleşik bir neoliberalizm mantığı halkı ezerken, Müslüman Kardeşler sürece yalnızca dinsel bir kisve katıyor. Türkiye’de saldırgan bir özel sektör büyüme stratejisi aynı şekilde otoriter bir yönetime dönüştürülüyor, muhalefeti ve alternatifleri düşünmeye dönük her türlü girişimi bastırmak için aynı polisi vahşeti mantığı söz konusu. Brezilya’da devrimci bir meşruluğa yaslanan hükümet, fark gözetmeden halkı ve doğayı sömürme konusunda aynı kapitalist düzenle ortak hareket ederken, kendi geçmişinin yalnızca bu politikalar üzerinde bir maske olarak kullanıldığını kanıtlamıştır.
Yakın zamandaki bu mücadeleler Kürtler ile Latin Amerika’nın yerli halklarının çok daha eski kesintisiz mücadelelerine dahil oluyor. On yıllardır Türk ve Brezilya hükümetleri bu hareketlerin yaşam mücadelesini yok etmeye çalıştı ama başarısız oldu. Onların devlet baskısına direnişi, Türkiye ve Brezilya’nın dört bir yanına yayılan yeni protesto dalgasının müjdecisiydi. Birbirimizin mücadelesindeki derinliği fark etmenin ve isyan biçimlerini yeni uzamlara, mahallelere ve topluluklara yaymanın yollarını bulmanın acil olduğunu düşünüyoruz.
Mücadelelerimiz ulus devletlerin küresel rejimine karşı çıkmanın potansiyelini barındırıyor. Devlet, refah döneminde olduğu gibi krizde de, (Mısır’da Mübarek, Askeri Cunta ya da Müslüman Kardeşler yönetiminde) iktidardakilerin servetini ve imtiyazını koruyup genişletmek için mülksüzleştirmeye ve haklardan yoksun bırakmaya devam eder.
Hiçbirimiz yalıtılmış bir şekilde savaşmıyoruz. Bahreyn’den, Brezilya, Bosna, Şili, Suriye, Türkiye, Kürdistan, Tunus, Sudan, Batı Sahra ve Mısır’a kadar ortak düşmanlarla karşı karşıyayız. Liste uzayıp gidiyor. Bizi her yerde eşkıya, vandal, çapulcu ve terörist olarak adlandırıyorlar. Ekonomik sömürü, çıplak polis şiddeti ya da gayri meşru bir hukuki sistemden daha fazlasıyla savaşıyoruz. Uğrunda mücadele ettiğimiz şey basitçe haklar ve yurttaşlık reformu değildir.
Küresel güçlerin gündelik hayatlarımız üzerinde egemenliklerini muhafaza etmesini ve yerel bir elitin hayatlarımızdan çıkar sağlamasını sağlayan merkezi bir baskı aracı olan ulus devlete karşı çıkıyoruz. Her ikisi de, mermiler ile televizyon yayınları arasında gidip gelen her şeyle birlikte, ahenk içerisinde çalışır. Farklı mücadelelerimizi birleştirmeyi ya da eşitlemeyi savunmuyoruz, fakat mücadele etmemiz, parçalamamız ve devirmemiz gereken aynı otorite ve iktidar yapısıdır. Birlikte mücadelemiz daha güçlüdür.
Bu düzenin yıkılmasını istiyoruz.
Kahire’den Yoldaşlar.
[Roarmag.org’daki İngilizcesinden Akın Sarı tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]

Wednesday, June 26, 2013

'TOMA’nın önüne neden geçtim?'


Son güncelleme: 25 HAZİRAN 2013




İstanbul’daki Gezi Parkı gösterilerinin ilk günlerinde bir TOMA’yı karşısında durup kollarını açarak durduran kadın gösterilerin sembollerinden birine dönüştü.
Üzerindeki siyah elbise nedeniyle ‘siyahlı kadın’ olarak adlandırılan kadının kimliğiyle ilgili farklı bilgiler veren haberler yayınlandı.
‘Siyahlı kadın’ olarak bilinen Kate Cullen BBC Türkçe’ye kimliği ve gerçekleştirdiği eylemle ilgili konuştu.

‘Değişim programı öğrencisiyim’

Cullen Avustralyalı bir öğrenci olduğunu söylüyor.
Sydney’de sosyoloji okuyormuş. 21 yaşında bir Avustralyalı. Üniversitede okurken resepsiyonistlik gibi yarı zamanlı işlerde çalışıyormuş.
İstanbul’a geliş nedeni ise eğitim.

2012 Eylül'ünde İstanbul’a geldiğini ve öğrenci değişim programı kapsamında Koç Üniversitesi’nde eğitim gördüğünü aktaran Cullen, ''Başlangıçta sadece bir sömestir kalmayı planlıyordum ama bu kentin, insanların ve kültürün içinde yaşadıktan sonra bir yıl boyunca kalmaya karar verdim'" diyor.

‘Avustralya’da da eylemlere katılmıştım’

İlk eylemi değil Cullen'ın Gezi Parkı gösterileri. Cullen, Sydney’de birkaç gösteriye katıldığını, Avustralya'nın ''sığınmacıların ülkeye gelir gelmez gözaltına alınması politikasını'' protesto etmek için sokağa çıktığını, ayrıca ailesiyle Irak savaşı karşıtı gösterilere ve Sydney'deki Occupy - İşgal eylemlerine katıldığını anlatıyor.

‘Beni binaya sokup yardım edenlerden ilham aldım’

Peki Gezi Parkı eylemlerine nasıl yer almış Cullen?
Mayıs ayı sonunda protestolardan haberdar olduğunu, bazı arkadaşlarının da eylemlere katıldığını anlatıyor ve şöyle devam ediyor:
''Mayıs ayı boyunca İstiklal Caddesi’nde kesinlikle şiddet içermeyen eylemlerde polisin göstericilere sürekli gazla müdahale ettiğini gördüm. Ben de bir akşam Cihangir’deki evime dönerken gaza maruz kaldım. Hayatımda hiç böyle bir şey yaşamamıştım. Acı gözlerimi yakıyordu ve nefes alamıyordum. Şansıma bir adam beni tutup bir binaya soktu. Binada bir grup insan vardı. Bana, gözlerime sıkmak için limon ve yanığı yatıştırmak için süt verdiler. Burası muhtemelen İstanbul’daki LGBT topluluğunun merkeziydi. Bana kim olduğumu sormadılar. Bana yardıma ihtiyacı olan bir insan olarak davrandılar. Tük veya yabancı, erkek veya kadın, eşcinsel veya heteroseksüel, Hristiyan veya Müslüman olmama bakmaksızın bana eşit bir şekilde sevgiyle yaklaştılar. Bu grubun iyiliğini, gücünü, kararlılığını deneyimimle gördükten sonra, ben de onlardan ilham aldım. Kendilerine çok minnettar olduğum bu insanlara dayanışmak ve gerçekten inandığım bir şey için ayağa kalkmak isteğim alevlendi.''

'Hayatımda hiç böyle bir ruh hali görmemiştim’


Cullen, daha sonra Cuma, Cumartesi ve Pazar günkü gösterilere katılmış. Ocak ayından bileti varmış Orta Amerika seyahati için. 'Tencere ve tavalarla şarkılar söylediğini, gazlı müdahaleye maruz kalan eylemcilere limon yardımı yaptığını söylüyor.
Hayatında daha önce tanık olmadığı bir dayanışma, birliktelik ve iyimserlik duygusundan söz eden Cullen, şöyle devam ediyor:

''Beni en fazla etkileyen hayatın farklı kesimlerinden insanların gösterilere katılımıydı: Genç ve yaşlı, Beşiktaşlı ve Galatasaraylı, dindar (Üzerinde ‘Kapitalizme Karşı İslam’ yazan pankartı taşıyan bir grup başarötülü kadının yürüdüğünü ve Cihangir’deki cami önünden geçerken herkesin onları alkışladığını hatırlıyorum) ya da değil… Polis daha fazla gazladıkça ve daha fazla tazyikli su sıktıkça insanlar şiddete karşı şiddetsiz bir direniş için daha fazla birleşti ve kararlı hale geldi. Gerçekten öyle iyimser bir duygu vardı ki insanlar dayanışma içinde olmanın gücünü farkettiler.''


‘Fotoğrafçıları görünce TOMA’nın önüne geçtim’

Cullen, eylemlerin önemli simgelerinden biri haline gelen fotoğrafın çekildiği anı ise şöyle anlatıyor:
''Bu fotoğraf Cumartesi sabahı çekildi. Cuma gecesinden beri gösterilerdeydim ve henüz uyumamıştım. O gece üç ayrı olayda gazlanmıştım. Göstericiler birlik duygusu içinde bu harekete bir şey borçlu olduğumu hissettim. Kalabalık bir grup olarak Alman Hastanesi’nin yakınlarında bir TOMA’nın önünde slogan atıyorduk. Hepimiz Türk medyasının bu protestoların hiçbirini yayınlamadığını ve olayların medya üzerinden yayılmasının ne kadar önemli olduğunu biliyorduk.''

''Ayrıca iki insanın öldüğünü duymuştum ve dünyanın yaşanlardan haberdar olması gerektiğini biliyordum. TOMA yakınında kalabalık bir grup fotoğrafçı olduğunu farkettim ve şiddete rağmen eylemlerin barışçıllığını vurgulamak için TOMA’nın önünde durup ellerimi açmaya karar verdim. Korkmadım. Gerçekten su sıkacaklarına inanmamıştım ama sıkarlarsa da fotoğraf olağanüstü olur diye düşünmüştüm.''


‘O artık benim fotoğrafım değil’

Fotoğrafın gösteriler açısından sembole dönüşeceğini tahmin etmediğini belirten Cullen bu dönüşümle ilgili şu yorumu yapıyor:

''Bu fotoğraf artık benimle ilgili değil. Daha genel olarak düşünürsek benim eylemim kesinlikle hiçbir şey değil. Aynısını ve daha fazlasını yapan binlerce göstericiden daha cesurca değil. Siyahlı kadın artık ben değilim. O artık beni eve çekip limon veren adam, gururlu bir şekilde yürüyen anti-kapitalist Müslüman kadın, bana ses çıkarmak için tencere veren başörtülü yaşlı kadın ve inandıkları için ayağa kalkan ve sokaklara giden her bireydir.''
Şu anda Orta Amerika’da tatilde olduğunu belirten Cullen Sydney’de yaşamaya devam edeceğini, Türkiye’de yaşama planı bulunmadığını ama Türklerin kendisinin favori milleti, Türkiye’nin de favori ülkesi olduğunu, bu yüzden Türkiye’ye yeniden gelmek istediğini söylüyor.
Cullen, ''Türkiye’de olsaydım kesinlikle gösterilere yine katılırdım. Kalbim hala insanların gösteri düzenlediği İstanbul ve Türkiye’de'' yorumunu yapıyor.

Monday, June 24, 2013

Ben Harper - With My Own Two Hands -In your eyes

 I can change the world
With my own two hands
Make a better place
With my own two hands
Make a kinder place
Oh- with my
Oh- with my own two hands
With my own
Oh- with my own two hands
With my own
With my own two hands

I can make peace on earth
With my own two hands
And I can clean up the earth
Oh- with my own two hands
And I can reach out to you
Oh- with my own two hands
With my own
With my own two hands
Oh- with my own
Oh- with my own two hands

I'm gonna make it a brighter place
(with my own)
I'm gonna make it a safer place
(with my own)
I'm gonna help the human race
(with my own)
(with my own two hands)

Now I can hold you
With my own two hands
And I can comfort you
With my own two hands
But you got to use
Use your own two hands
Use your own
Use your own two hands

Use your own two hands
And with our own
With our own two hands
With our
With our
With our own two hands
Oh- with my own
With my own two hands

I'm gonna make it a brighter place
(with my own)
I'm gonna make it a safer place
(with my own)
I'm gonna help the human race
(with my own)
Oh- make it a brighter place
(with my own)
I can hold you
(with my own)
And I can comfort you
(with my own)
But you got
You got
You got
You got
You got
You got
You got to use
Oh- use your own
Oh- use your own
Lord

But you got
You got
You got
You got
You got to use - use
Use your own
Use your own
Use your own
(...)


Love, I get so lost, sometimes
Days pass and this emptiness fills my heart
When I want to run away
I drive off in my car
But whichever way I choose
I come back to the place you are

And all my instincts, they return
And the grand facade, so soon will burn
Without a noise, without my pride
I reach out from the inside

In your eyes
The light, the heat
I am complete
I see the doorway
to a thousand churches
The resolution of all the fruitless searches
Oh, I see the light and the heat
Yes, I want to be that complete
I want to touch the light
The heat I see in your eyes

Love, I don't like to see so much pain
So much wasted and each moment is slipping away
I get so tired, working so hard for our survival
I look to these times with you, to keep me awake and alive

And all my instincts, they return
And the grand facade, so soon will burn
Without a noise, without my pride
I reach out from the inside

In your eyes
The light and the heat
I am complete
I see the doorway to a thousand churches
And resolution of all the fruitless searches
Oh, I see the light and the heat
Yes, I want to be that complete
I want to touch the light,
The heat I see in your eyes
In your eyes
In your eyes

Monday, June 17, 2013

“Kilminister’s Confession” by Kilminister & Aboriginal Land



 In 2007 the group Kilminister recorded the song Kilminister’s Confession which tells the thoughts of one of the white men, Charlie Kilminister, who murdered the Aboriginal people at Myall Creek.

Laurie McGinness from Kilminister says [9]: “The Kilminister character is an amalgamation of several of those involved so the song should not be considered as a completely accurate recount of the events… I changed the story for dramatic effect and to emphasise the cycle of violence, abuse breeds abuse, so the brutalisation of the convicts flowed into the brutalisation of the Indigenous people.”


Lyrics: Kilminister’s Confession

My name is Charlie Kilminister and tomorrow I must die
When the sun comes up I will stand upon the scaffold high
With six of my companions beneath the crowd's gaze
At the end of a rope, short and strong, I will end my days

Jack Ketch will be the hangman and he'll hang us true and well
When the sun goes down tomorrow, we'll be on pour way to hell
God doesn't care for murderers or so the priest did say
But if I go to hell I don't care, I already spent ten years there

I was sent to the colony of New South Wales
for stealing a pound, a pound of nails
They took me from my wife and child,
it's the things a man loses that drive him wild

Out beyond the Big River,
to Myall Creek I was delivered                                         
In the heart of an Aboriginal nation
well beyond the limits of location

My master was Henry Dangar and I was his convict fool
I've known a lot of evil men but never one so cruel
He had me march to Patrick Plains for twice times fifty on my back
Then the bastard turned me round and marched me straight back

Most of the blacks were dead already from the work of Cobban and Nunn
The few that were left hid in the bush and from the stockmen they did run
Some women and kids and a few old men took shelter at our station
They were about ail that was left of a great Aboriginal nation

There was a woman named Ippeta who with her husband I did share
She felt the scars upon my back,
I thought she cared though her skin was black
Well Daddy was an old man and Billy but a boy
Somehow into our misery they brought a little joy

John Russell was a stockman who hated all the blacks
With George Cobban he had ridden on many great bushwhacks
He heard about the group we had at Myall Creek
like Satan he did tempt me, like Judas I was weak

We took them out and murdered them, for no reason that I know
And when it came to Ippeta, I killed her with one blow
The power of pure evil was strong upon my mind
But still I cannot understand how I was so blind

The night is nearly over and the sun will surely rise
Soon it will be time to die with those I do despise
But one question still haunts me won't you tell me if you can
Why Major Nunn, who did worse than me,
will never hang and still is free

My name is Charlie Kilminister and tomorrow I must die
When the sun comes up I will stand upon the scaffold high
With six of my companions beneath the crowd's gaze
At the end of a rope, short and strong, I will end my days

Lyrics published with kind permission by Laurie McGinness from Kilminister. The CD features another song about a massacre, called Waterloo Creek.



Friday, June 14, 2013

Boyun Eğmeyenler'in şarkısı

"Gezi Parkı'nın yıkımına karşı başlayan, ülkenin her yanına dalga dalga yayılarak bir halk ayaklanmasına dönüşen direnişin hepimiz birer parçasıyız" diyen ve direnişin başından beri içinde yer alan müzisyenler Yiğit Özatalay ve Nimet Çakıcı, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi /İstanbul ve Nâzım Hikmet Akademisi Sinema Bölümü'nün katkılarıyla bir şarkı ve klip hazırladı. Akın Eldes, Burhan Şeşen, Emin İgüs, Genco Erkal, Nejat Yavaşoğulları, Sibel Köse ve Tülay Günal gibi sanatçıların yanı sıra orkestra ve koroda genç müzisyenler; Barış Yazıcı, Cansu Aslan, Muratcan Atam, Noyan Coşkun, Nimet Çakıcı, M. Kemal Emirel, S. Ahmet Türkmenoğlu ve Yiğit Özatalay yer aldı. Sanatçılar, "Şarkımızı Türkiye'nin güzel ve aydınlık günleri için direnenlere armağan ediyoruz..." dedi.

Wednesday, June 12, 2013

"Ben bir ceviz ağacıyım Taksim Gezi Parkı’nda"

Daha yüzbinler meydanları doldurmadan, Gezi Parkı nöbeti için herkes “kitaplarınızla birlikte Gezi Parkı’na gelin” diye çağrılıyordu. 31 Mayıs’ta Okan Bayülgen, Gezi Parkı’nda Goethe okudu. Bu eylem, “Burada kitaplarımızı okuyacak ve parkımızı savunacağız” görüşünün simgelerinden biri oldu.

 Derken şiir... Mısralarla gösterilen tepkiler bazen sayfalar dolusu yazının anlatamadığını anlattı. Nâzım Hikmet’in “Ceviz Ağacı” şiirinde geçen “Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda” dizesi, “Ben bir ceviz ağacıyım Taksim Gezi Parkı’nda” olarak değiştirildi ve binlerce kişi tarafından haykırıldı.

"Taksim’e doğru güzel insanlar göreceksin sakın şaşırma!"

Emek Sineması’nın yıkımına karşı çıkanlar, Gezi Parkı eylemleri sırasında Serkildoryan Bloku’nun İstiklal Caddesi’ne bakan yüzüne Orhan Veli’nin “Baş Ağrısı” şiirinden oluşan dev bir pankart astılar. Tepkilerini şiirle dile getirmiş oldular: “Şimdi evime girsem bile/ Biraz sonra çıkabilirim/ Madem ki bu esvaplarla ayakkaplar benim/ Ve madem ki sokaklar kimsenin değil.”


Aynı şekilde Orhan Veli’nin Gemlik için yazdığı da Taksim'e uyarlandı: “Taksim’e doğru güzel insanlar göreceksin sakın şaşırma!” diye yazdı insanlar.

"Biberi Bal Eyledik, Meydanları Dar Eyledik"

Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Acıyı Bal Eyledik” dizesi “Biberi Bal Eyledik, Meydanları Dar Eyledik” diye değiştirilmiş mesela.


Gezi Parkı’ndaki Dilek Ağacı’nda Sabahattin Ali’nin bir sözünü okuyorum derken: “Dünyada bana hiç kimse, tabiattan melül bir insanın zorla gülmeye çalışması kadar acı gelmemiştir” Bir başka duvar yazısında ise Sabahattin Ali’nin ünlü “Aldırma Gönül” şiirinin dizelerinin “Ayranma Gönül Ayranma” olarak çevrildiğini görüyorum.

 Haziran'da ölmek zor

Duvar yazıları arasında Ahmed Arif’in Nâzım Hikmet için yazdığı şiirinde yer alan “Haziran’da Ölmek Zor” dizesi de var:

Gaz maskeli Küçük Prens
 
İnsanların arasında yürümeye başlıyorum, bir ağacın dibinde Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam kitabını okuyan bir direnişçiyle karşılaşıyorum. Bir yere oturup Facebook’u açıyorum, Antoine de Saint-Exupery’nin ünlü Küçük Prens'nin Gezi Parkı’na uyarlanmış hali karşılıyor beni:


 “Gezi bağları”

 Âşık Veysel’in çok bilinen bir halk türküsü de olan “Gesi Bağları”, “Gezi Bağları” olarak değiştiriliyor.
 

Gezide ağaçlar kitap açıyor

 

Sadece duvar yazılarında ya da sosyal medyada değil, edebiyat Gezi Parkı’ının tam ortasında da hak ettiği yeri aldı. Kaldırım taşlarından raflalarla “Taksim Gezi Kütüphanesi” oluşturuldu. Kütüphanenin sloganı ise “Gezide ağaçlar kitap açıyor.” Bu kütüphane bir açıdan tüm baskılara karşı edebiyatla direnme anlamı da taşıyor. Kütüphaneye kitap getirenlerin sayısı hızla artıyor, insanlar okuduklarını eylemin en önemli unsurlarından sosyal medya üzerinde paylaşıyor:

Sunday, June 9, 2013

ASLINDA SEN HİÇ ÇOCUK OLMADIN Kİ........


nedene dayanamayan çocukluğunu arıyorum
bitmeyen bir miladı yer altı kanıyla yazanların
tırnaklarının altında
öldürdükleri bebeklerinin naylon saçlarına takıldım
takıldım
 rüzgar gülü
yağmur bulutlarıyla dans etti uzunca bir süre
uzun bir zaman
doğuya dönmedi güneşin kara lekeleri
nerede kaldı çelik çomak
nerede kaldı mankala
dokuztaş
yoksa sen oyunun düzenbazı mıydın
gözlerinde leş kargalarını mı sakladın
topu yakalarken ebeye çelme takan mıydın
nerede senin haylaz çocukluğun
siyah altın kasesinden içtin mi
sen bahş edilmiş miydin dünyaya
bir kabus gibi...
sen hangi çocuktun
hiç ebe olmayan..
biliyor musun
sen
bir daha
çocuk olmayacaksın... hiç çocuk olmadın ki
parmaklarım geronimonun çocuk saçlarına takıldı....
kırmızı tüy halen tren istasyonun altında menekşegözle oynuyor...
nerede siyah derin
cennetin kevserinden mi içtin
ölüleri beyninin neresine gömeceksin
çocukluğun seni saklayamaz
örtemezsin ağartılmış derini toprakla
atacak seni rahminden
belki benim avuçlarıma düşeceksin
rahmet kesilecek
yunamayacak kuru ırmaklar
güneş kurutmayacak seni
akbabalarınla birleşecek bedenin
çocukluğuna asla sığınamayacak gözlerin..............
  saab

Saturday, June 8, 2013

'Tek silahım, çapulcu yüreğim'


Taksim Gezi Parkı bir kültür şenliğine dönüştü, yepyeni bir mizah doğuyor.



Cumhuriyet- “Benim tek silahım var: çapulcu yüreğim!..”
Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Taksim Gezi Parkı direnişçilerini “birkaç çapulcu” olarak nitelemesinin ardından hiddet yerini ironiye bıraktı...
Doğanın öncülük ettiği Gezi Parkı direnişçilerinin kendi yarattıkları şiirle, resimle yeni bir sanat akımına doğru gittiği de konuşuluyor. Gezi Parkı, 12 gündür kültür ve sanata bir ivme kazandırıyor.
Taksim Gezi Parkı artık bir mahalle gibi. Pera Sanat Çadırı, Gezi Tisko, Gezi Kütüphanesi, Sanat Köşesi... Sokakta, tango yapan da var, yoga yapan da. Koşu için start verenler de. Ağaçlar, direniş süreci fotoğraflarıyla kaplı... Kaldırım taşlarında da “Sanatınla diren” yazıyor. Bu arada bazı “ziyaretçiler” de müze gezer gibi alanı gezip fotoğraflıyor.
Parkın içinde oluşturulan Direniş Sitesi No: 155’i arkamızda bırakıp, “Direnen Mızıkacılar Çadırı”nın önünden geçiyoruz. Gençlerden biri, “Genç kuşak olarak aşağılanınca kaybedecek bir şeyimiz kalmadı ve birikmiş ne varsa patlamaya dönüştü. Demeçlere şiddetle değil, ‘alay’la yanıt veriyoruz” diyor. Arkadaşı da “Naif bir gençliğin kendi yüreğinin sesi” diyor ve ekliyor: “Düşünmeksizin herkesin birleşerek ortaklaşa yarattığı bir sanat doğuyor olmasın!”
Yolumuz ressam, heykeltıraş Gürol Sözen’le kesişiyor. Sözen, direnişçilerin, doğaya bakışları, kullandıkları renklerle, çizgileri ve söylemleriyle kendilerine özgü bir sanata kaynaklık edeceğine inandığını söylüyor: “Resmi, şiiri, müziği, tiyatrosu ve anıları ile de yeni bir sanatın, adı akım mı değil mi onu gelecek bilir, habercisidir bütün bu yaşananlar. Bu nedenle önümüzdeki yıllarda bütün bunlara tanık olacağımıza inanıyorum ama bütün bu yapının içinde hep doğaçlama yer alacak aynen bir sokak tiyatrosunun halkla bütünleşmesi gibi” diyor.
Hicve ağırlık veren direnişçiler, tepkilerini açığa çıkarırken sanatın bütün olanaklarını kullanıyorlar. Gezi Parkı’nda “Gezi edebiyatı” yapılıyor. Örnek mi? “Eğer insanlar parklara, meydanlara dökülmüşse mevsim ne olursa olsun aylardan bahar demektir” ya da “Adalet yoksa anarşi vardır, sevmek bir eylemdir”.
Son olarak bir afişte, Rönesans döneminin ünlü hümanisti, “Deliliğe Övgü”nün yazarı Erasmus’un “Ömrünüzde yaptığınız güzel ve hoş ne var ise bunu deliliğe borçlusunuz” sözünü görüyoruz. Burada deli olan kimse yok, ama delice bir yürek var diyerek Gezi Parkı’ndan çıkıyoruz.
8 Haziran 2013

Thursday, June 6, 2013

Gururumsun...






Bekir Coşkun

En zor günlerde...
En zifiri gecelerde...
Seni düşünürdüm...
Biliyordum orada olduğunu...
*
Bir gün bıçak kemiğe dayandığında, yollar kapandığında, yönümüzü yitirdiğimizde, ufkumuz karardığında...
Küçük bayrağını alıp gelmeni...
Hep bekledim...
*
Bizim gecelerimiz daha karanlıktır...
Bilgisayarlarımızın başında, başımız ellerimizin arasında, kendimizi yalnız ve çaresiz hissettiğimizde...
İtilip kakıldığımızda, yazılarımız sansürlendiğinde, evlerimiz basıldığında, arkadaşlarımız alınıp götürüldüğünde, dövdüğümüzde dizimizi...
Mahkeme koridorlarında dudaklarımızı ısırdığımızda... Korku ve endişeler içinde tek başımıza kaldığımızda...
Bekledim seni...
*
Onun için küçük bayrağını alıp geldiğinde...
Herkesten çok ağladım...
Dilinde yurt şarkıları, çantanda limonun ve bir şişe suyun, yüreğinde vatan sevgisi, gözlerinde korkusuzluk, aklında sadece çağdaş bir ülkenin alnı açık gururlu bireyi olma sevdası...
Sadece saygı, sevgi, barış isteyerek...
Tüm dünyaya, kavga ederken dahi uygarlığını göstererek...
Kendisine bomba atana suyunu vererek...
Bir ağacın vatan, vatanın demokrasi, demokrasinin özgürlük, özgürlüğün zulme boyun eğmemek olduğunu haykıran sesin...
Gaz bulutları arasından...
Baktım...
Evet, gelen sensin...
*
Bence yeter bu kadarı...
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Çünkü benim gibi, çekip gideceği güne kadar diktatörün de hiç aklından çıkmayacak, orada olduğun...
Küçük bayrağını alarak çıkıp gelme ihtimalin, onun da her zaman zihninde korku olarak duracak...
*
Yerden bir avuç toprak al bak...
Üzerinde çiçekler açacaksa, fidanlar yeşerecekse, çocuklarımız şarkılarını söyleye söyleye koşacaksa çağdaşlığa doğru...
Onun dahi güvencesi sensin...
İstemem tırnağına taş dokunsun...
*
Benim için ise orada olduğunu bilmek yeter...
Umudum...
Gururumsun...

5 Haziran 2013 - Cumhuriyet


Boğaziçi Caz Korosu - Çapulcu musun Vay Vay Eylemci misin Vay Vay