YETVART DANZİKYAN
- yetvartd@ttmail.com
01/10/2012
Bu yasaya karşı
çıkmak her şeyden önce insanlık ve vicdan gereğidir. Kentin, dünyanın, doğanın
sadece bize, insanlara, insanların rasyonalize ettiği o modern ve aslında
insanı da ezen sisteme ait olmadığını idrak etmekle ilgilidir
(FOTO:Antalya'da yiyecek aramaya giden kedi, yavrularını dişi köpeğe emanet ediyor)
Bir yasa var TBMM
gündeminde, mutlaka duymuşsunuzudur. Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından
hazırlanan Hayvanları Koruma Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun
Tasarısı, 11 Eylül'de Başbakan Erdoğan tarafından imzalanarak Meclis’e
gönderildi. İsmi “Hayvanları Korum Kanunu” ancak bazı maddeler hayvanseverlerin
(ki böyle tanımlamak yanlış, vicdan sahibi herkesin) tepkisine yol açtı.
Bunların başında şu maddeler geliyor:
-“Sahipsiz
hayvanlar barınaklarda kısırlaştırılıp aşılandıktan sonra sahiplendirilinceye
kadar ormanlık alanlarda kurulacak ‘doğal hayat parklarına’ yerleştirilecek.”
Bu madde sayesinde
sokaklardaki başıboş köpeklerin toplanarak “doğal hayat parkı” adı altında
ormanlık bölgelere bırakılması ihtimali var. Ve sokaklarda yaşamaya alışmış köpeklerin
ormanlık alanda yaşamlarını sürdüremeyecekleri neredeyse kesin. Şu madde de
hayli irkiltici doğrusu
-“Sahipsiz ve
güçten düşmüş" hayvanlar, mevcut 5996 sayılı Veteriner Hizmetleri, Bitki
Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu ile 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanununda
öngörülen durumlarda uyutulabilecek”
Açık konuşmak
gerekirse sokaklardaki kedi ve köpeklerin eğer
ormanlık alana götürmeye değmeyecek derecede güçsüzlerse öldürülmelerinden
bahsediyoruz. İnsanın aklına hakikaten Nazilerin toplama kamplarındaki
sistemleri geliyor. Bir diğer tepki uyandıran madde de şu:
-“Evde
barındırılabilecek hayvan sayısı Bakanlıkça çıkarılan yönetmelikle
belirlenecek.”
Evinde üç ya da
beş kedi besleyen çok sayıda insan var. Devletin buna karışması düpedüz
işgüzarlık. Bazı komşuların fazla kedi ya da köpek beslenmesinden rahatsız
olduklarını biliyoruz ama mevcut yasalarla bu konu zaten bir şekilde çözüme
kavuşmuş durumda. Ve her ev, her apartman şöyle ya da böyle kendi yolunu
buluyor. Bunu bir “sayıya” bağlamak günlük hayata biraz fazla müdahale olacak.
Dün Türkiye’nin
birçok yerinde bu yasaya karşı protesto gösterileri düzenlendi haberlerden
görmüş olmalısınız. Bilhassa İstanbul’da binlerce insan “Katil yasaya hayır”
sloganlarıyla yürüdü. Benim burada üzerinde durmak istediğim, aslında bu sokak
hayvanları konusunda Osmanlı zamanından beri bilhassa İstanbul’da bir yaşama
kültürü oluştuğunu hatırlatmak. Gerek II. Mahmud, gerek Abdülaziz, gerek
Abdülhamit, gerekse İttihat Terakki döneminde sokak köpeklerinin Hayırsız
Ada’ya sürüldüğü, ancak İstanbul halkının bu uygulamadan rahatsız olduğu,
yetkilileri protesto ettiği, o zamanki yönetimlerin de tepkilere dayanamayarak
köpekleri tekrar İstanbul’a getirdiği bilinir. Ancak 1910 yılında İttihat
Terakki dönemindeki uygulama vahşice olmuş, 80 bin köpek Hayırsız Ada’da can
vermiştir. Ve bu uygulama İstanbulluların büyük tepkisine neden olmuştur.
Özetle, böyle bir kültür vardır İstanbul’da. Ve bu sadece kentlilikle, vicdanlı
olmakla değil. Tabii ki asli olarak bunlarla ilgili, ama ilave olarak
dindarlığın o yumuşak, canlıyı koruyan versiyonu/yönüyle de ilgiliydi. Elbette
burada belki de biraz batıl inançlar da devreye giriyordu, hayvanlara eziyet
etmenin uğursuzluk getireceği gibi. Bu döneme ilişkin bir tanıklıktan bahsetmek
istiyorum biraz. Ünlü İtalyan yazar Edmondo de Amicis’in İstanbul
seyahatnamesinde sokak köpeklerina ayrılan bir bölüm vardır. 1870’lerde
İstanbul’u gezen Amicis, bakın İstanbul’daki sokak köpeklerinin durumunu nasıl
anlatıyor:
“İstanbul köpeği
bol olan bir şehirdir, herkes gelir gelmez farkına varır bunun. Köpekler şehrin
daha az kalabalık ama birincisinden daha az garip olmayan ikinci halkını
meydana getirir. Türklerin köpekleri ne kadar sevip koruduğunu bütün dünya
bilir. Bunu Kur’an’ın hayvanlara karşı da olmasını emrettiği merhamet hissiyle
mi, yoksa köpeklerin de bazı kuşlar gibi uğurlu olduğunu sandıkları için mi
yaptıklarını anlamadım, belki Peygamber köpekleri sevdiği, belki mukaddes
tarihleri bu hayvanlardan bahsettiği, belki de bazılarının iddia ettiği gibi Fatih
Sultan Mehmet’in Topkapı’da açılan gedikten arkasında bir sürü erkanı harp
köpekle beraber şehre muzaffer girmesi yüzündendir. Şu bir vakıadır ki bu
hayvanları içten severler, birçok Türk beslenmeleri için kabarık meblağlar
vasiyet eder. Sultan Abdülmecid (II. Mahmut ya da Abdülaziz’den bahsediyor olsa
gerek.YD) bunların hepsini Marmara’da bir adaya sürdüğü vakit, halk sızlanıp
mırıldanmış, köpekler geri dönünce de bayram etmiştir. Hükümet hoşnutsuzluk
yaratmamak için bu hayvanları hep rahat bırakmıştır. Bununla beraber Kur’an’a
göre köpekler murdar bir hayvan olduğundan ve Türkler evlerinde barındırdıkları
takdirde evlerinin kirleneceğini zannetiklerinden İstanbul’da bir sürü köpeğin
hiçbirinin sahibi yoktur. Köpeklerin hepsi birden, tasması, vazifesi ismi,
meskeni, kanunu olmayan büyük bir serseriler cumhuriyeti teşkil ederler. Her
şeyi sokakta yaparlar: kendilerine sokakta oyuklar kazarlar, orada uyurlar,
orada yer içerler, orada doğarlar, yavrularını orada emzirirler, orada ölürler
ve hiç değilse İstanbul’da hiç kimse köpekleri dolaşırken veya yatarken
rahatsız etmez. Köpekler yolun sahibidir. Bizim şehirlerimizde atlara ve
insanlara köpekler çekilip yol verirler. Burada köpekleri ezmemek için
insanlar, atlar, develer, eşekler şöyle bir kavis çizerler. İstanbul’un en
kalabalık yerinde, sokağın ortasında halkalanıp yatan dört veya beş köpek,
yarım gün boyunca bütün bir mahalle halkının kıvrıla kıvrıla yürümesine sebep
olur.” (Edmondo de Amicis, İstanbul-1874, TTK Yayınları)
Amicis’in
köpekleri anlattığı bölüm aslında uzayıp gidiyor, ben buraya sadece bir kısmını
aldım. Şunu söylemek istiyorum. Diğer şehirleri iyi bilmiyorum ama İstanbul’un
köpeklerle, kedilerle başka bir bağı, kültürü, tarihi var. Ve tabii insanlığın
da köpeklerle kedilerle, başka bir bağı, tarihi var. İşin özü şu: bu yasaya
karşı çıkmak her şeyden önce insanlık ve vicdan gereğidir. Kentin, dünyanın,
doğanın sadece bize, insanlara, insanların rasyonalize ettiği, yücelttiği o
modern ve aslında insanı da ezen sisteme ait olmadığını idrak etmekle
ilgilidir. Bunu bir kenara yazalım bir kere..
Gelelim Hükümet’e.
Bütün bir kent dokusunu tahrip eden, İstanbul’u koca bir otel ve alışveriş
merkezi gibi gören, yeni rant alanları yaratmaktan başka bir şey düşünmeyen
AKP’nin; İstanbul’un, kentin bir parçası olan sokak hayvanlarına merhametli
davranması, aslında beklenebilirdi diyeceğim ama bir kez daha düşününce hayır
beklenemezdi diyorum. Çünkü AKP her şeyden önce asıl kendisinin bağlı olmasını
beklediğimiz (doğa ile uyumun idrakini geçtim) o merhametli dindarlıkla
ilgisini olmadığını; o gelenekten değil; ezen, horlayan, güçlüyü baştacı eden
gelenekten geldiğini defalarca gösterdi. Neyse..
Direneceğiz bu
yasaya, haberiniz olsun.