Saturday, August 11, 2012

Şiir İktidara Açıktan Saldırıdır


   “Deliliğin kaynağı, aklın sınırlarını zorlamakta yatar.”

Şiir okumayı onun hakkında düşünmeyi ve yazmayı seven bir kişi, edebiyatın bu alanını “iyi-kötü”, “anlamlı-anlamsız” yargılarla tartışıldığını gördükçe deligömleğini üzerine giymekten çekinmemesi gerekir.Türk şiirinin (dünya şiiri için de geçerli) dünü bugünü, eğilimleri, beslendiği kaynaklar, felsefesi, etik duruşu, magazinliği vs. hakkında yapılan tartışmaların yoğun bir enerji barındırdığını ve bu alanda yoğunlaşan emeğin uzmanlaştığı ve sektör-iktidar odaklarını yarattığını görürüz. Her eleştirme’nin çarşafın kıyısından tuttuğu kuşkusuz doğrudur. Herkes, şiirin edebiyatın yaşayan alanı olduğunda müşterek bir tutum sergilemekte. Dolayısıyla tartışmalar “iyi-kötü”, “anlamlı-anlamsız” tanımlamalar ekseninde yürütülüyor. Böylelikle herkesin bilinçli-bilinçsiz sırtı sıvazlanmakta. Bu bir iktidar varoluşudur. Bunun daha açık anlamı şiirin bir sanat dalı olarak korunmasıdır; (itirazım yok) ama onun ötesine geçmemesidir de. Kendini tekrarlayan, birbirine benzeyen, yaşamı yeniden korumacı bir anlayışla üreten koca bir şiir külliyatından medet ummak, pek doğru değil sanırım.
Nitsche, ‘ahlak soruşturması’nda “iyi” ve “kötü”nün ötesinde bir tutum sergiler. Bu tutumla “ahlak”ın görece bir kavram olduğu, toplumsal değişimin “yeni bir ahlak” anlayışını ortaya çıkardığını sezinlediğinden “iyi” ve “kötü”nün ötesine gitmeyi, orada sorgusunu yapmayı yeğler. Buradan hareketle; şiir tartışmalarının merkezine “anlamlı şiir-anlamsız şiir”, “iyi şiir-kötü şiir”i oturtmanın gereksiz olduğunu söyleyebilirim.
Bunun ötesinde, değişen hayatın karşısında şiirin tutumu, öncelikli bir sorun olarak karşımıza çıkar. Bu bir içerik sorunudur. Yukarıda belirttiğim yargılar (şiir için) rasyonel aklın tartışma kalıplarıdır, moderndir. Artık hokkabazlığa gerek yok. Soruyu doğru sormak, doğru yanıtın yarısını oluşturur: Şiirde ölçümüz ne olmalıdır?
Soru’nun yanıtı koca bir yaşanmışlıkta yatar; yani “tarih”te. Şiir’in kendi farklılığını ortaya koyması önceki nesiller tarafından sağlanmıştır; tekrar tanım, bizi hep tekrara zorlar. Dünyamızın herhangi bir yerinde birine bir metin sunduğumuzda o metnin, öykü, şiir vb. olduğunu hemencecik söyler. Refleks haline gelen bu belirleme “kendi” varlık koşuluyla tanımlanabilmenin ötesinde bir tutumdur. “Öteki”nden ayrılığıyla “kendi”ni var eder. Bir metnin varlık koşulu, diğer metinlerden farklılığıdır. Bu bir biçim farklılığıdır; içerikte hepsi özdeştir. Dünyanın her yerinde yaşanan aşklar gibi, birbirine benzer. Bu anlamda içerik öncelikli olur. Sorun; şiirin ne olduğu ne olmadığı, nasıl yazılması değil, içeriğidir. Yani hayat karşısında tutumu, sorunsalın kendisidir. Bütün metinler birdir aslında, aslolan içerik farklılığını doğru koyabilmektir.
Modern şiir eleştirisi; öznellik-bireysellik, nesnellik-toplumculuk gibi istiflenip belirli bir dönem olarak kabul edilse bugünün dünyasında artık gerekli değildir. Modern şiir eleştirisi, rasyonel aklın sınırlarından bakar şiire; çünkü vicdanımızdan başlayarak genel alanı kuşatan iktidar parçalarını yanyana getiren hayatın karşısında yenilmiştir, rasyonelleşmiştir; oysa şiir irrasyoneldir. Kurulu düzene saldırır ve bunu açık yapar. Yeni şiir, bunun ötesine geçmeyi ister, onun sancısını duyar ve vicdanıyla samimi bir karşı duruşu imler. Modern söylemin şaire yüklediği kimlik genel olarak “ilerici”lik, “aydın”lık, “kurtarıcı”lıktır. Modernizm, şairi kutsar; onu büyülü melankolik olarak ilan eder. Oysa tek tanrılı dinlerde şair bir günahkardır, iktidardan dışlanmış, sapık bir bireydir. Modern dünya, şairi kendi içine alır ve ehlileştirir, “piyasa”ya sunar. Artık şair sistemden huzursuz ama melankoliktir. Kişiliği tamamen atomize olmuştur.Bu kuşatılmışlığın içinde şair ya istenilen olur ya da irrasyonel bir kimlikle serkeşliğe kayar. O kalabalığın içinde dışlananların yanında kendini bulan şair, yaratıcılığın dehşet vericiliğinde söz almaya çalışır. Dinsiz, ahlaksız, üst aidiyet kimliklerinden sıyrılan, günlük hayatın irasyonelliğinde gezinen kalabalıklara sarılan şair, toplumsal cinnete ortak olur. Onun konusu; meyhaneler, kerhaneler, barlar, cinayetler, satılan kölelerdir. Bütün bunlar modern etiğin dışında, onun rasyonelleştiği hayata bir başkaldırıdır. Bu bir nesnelleşmedir. Ama aynı zamanda özneldir. Genel sistemin tüketici kimliği, kurumsallığı ve aidiyetleri açısından da özneldir. Hile, yalan, puştluk, bencillik vb. ahlaki tutumlar; iktidarın parçası olmadığı sürece şairin konusudur ve meşrulaştırır. Modern olan geçmişi anımsatır, kimlik dayatır ve böylece kendi iktidarını yeniden kurar. Buna karşı duran avantgard, post-modern; aynı teranenin içinde söz almaya çalışır. Her ne kadar ıstırap duysa da moderne karşı olan birey, özel hayatıyla yaşamak ve varolmak ister. Kendi doğrularıyla özel hayatının kurtuluşunu umut ettiğinden, modernist şair, modernizm içinde kendini konumlandırır. O bir avantgard veya post-modern oluşuyla kendi sesini duysa da bunun pek bir anlamı yoktur. Dışa kapalı akademik bir söylemi şiirinde kurmaya çalışır. Onun derdi özel hayatının kurtuluşudur.
Oysa şiir ve şair bu kıskaçtan sıyrılıp öteye geçmelidir. Bireyin kurtuluşunu sonuna kadar savunmalıdır. Şair tarihsel irasyonelliğine dönmelidir. Bu modern değildir. Kendi kurtuluşunu diğer hayatlara açarak hayatı ve kendini politize eder. Bunun nedeni, artık iktidarın dikine kurulan egemenlik biçimi olmaktan çıkıp yatay istiflenen bir egemenlik biçimi olmasında yatar. Yataylık belirli bir sürtünme ve temasa yol açtığından iktidara en sarsıcı darbeyi indirir.Şiir ve şair bu alanı artık görmelidir. İnsanoğlunun en büyük, en korkunç keşfi uzaya ayak basması değil, yatay konumlanan iktidarı keşfetmesidir.

Zate Zatturi