EVRENSEL
22 Mayıs 2016
04:41
Çocukların
hayatının Ensar düzenine emanet edildiği koşulları SES Genel Merkez Yöneticisi
Aylin Akçay'la konuştuk.
Sevda KARACA
Karaman’da
Ensar Vakfı ve KAİMDER’e bağlı kaçak yurtlarda çocukların istismar edilmesinin
ardından gözler bu kurumlara çevrildi. Ama sorun yalnızca “kaçak” çalışan
kurumlarla sınırlı değil. Bizzat devlet eliyle, sosyal hizmet çatısı altında yürütülen
çocuk bakım hizmetlerinde de çocuklar adım adım Ensar düzenine mahkum ediliyor.
İktidar,
korunmaya muhtaç, kimsesiz çocukların bakımını kendisine yandaş çeşitli
vakıflar ve derneklere protokollerle devrediyor. Bu vakıflara/derneklere
devredilen çocuk evleri ve “sevgi evleri”nde neler yaşandığını, buralarda
çocuklara nasıl bir “hizmet” sağlandığını, buraların nasıl denetlendiğini ise
bilemiyoruz. Evet, doğru okudunuz. Bu kurumlar adeta birer kapalı kutu.
Öncelikli
sorumuz şu: devletin kimsesiz ve bakıma muhtaç çocukların bakımı işini şaibeli
dernek ve vakıflara devretmesi nasıl sonuçlara yol açar? Bu kurumlar nasıl
denetleniyor? Yaşanan sorunlar açığa çıkarılabiliyor mu? Açığa çıkınca ne
oluyor?
Çocukların
yaşamlarının güvence altına alındığı, ihmal ve istismar edilmedikleri bir
sistem için denetim nasıl yapılmalı?
Bu alanda çalışan kamu emekçilerinin örgütlü olduğu Sağlık ve Sosyal Hizmet
Emekçileri Sendikası Genel Merkez Yöneticisi Aylin Akçay sorularımızı
yanıtlıyor:
Ensar Vakfının
kaçak yurdunda yaşanan çocuk istismarı çok konuşuldu. Bu yurtların “kaçak”
olduğu vurgusu hep yapıldı. Peki, bizzat devletin sorumluluğu altındaki bakıma
ve korunmaya muhtaç çocukların kaldığı yurtlarda, evlerde durum nasıl?
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı kurulana kadar kurumlarda korunmaya muhtaç
çocukların bakımında temel olarak koğuş sistemi denilen, büyük binalar içinde
çok çocuğun bir arada kaldığı bir sistem uygulanıyordu. Bu sistemin kendine
özgü pek çok problem barındırdığını biliyoruz ve Sendikamız tarafından da uzun
yıllardır toplu bakım sistemi ile ilgili eleştirilerimizi de paylaşıyorduk. Bu
modelin yerine, ev tipi mekanlarda, az sayıda çocuğun kaldığı “çocuk evleri” ve
“sevgi evleri” ismi verilen bir model getirildi. Teoride iyi görünen bu model
uygulamalar açısından oldukça endişe verici bir tablo ortaya çıkardı. Bu
kurumların işletilmesi ve yönetilmesinde devletin giderek elini bu alandan
çekmesi, şaibeli vakıf ve derneklerin yasal protokollerle yetkili kılınması söz
konusu oldu.
Kim bu
vakıflar, dernekler?
Muradiye Vakfı, Gülpembe Eğitim Derneği, İHH., Yetim ve Kimsesiz Sokak
Çocukları Eğitim ve Koruma Derneği, Suveyda Subyan ve Kimsesiz Çocukları Eğitim
ve Yetiştirme Derneği... Çok sayıda isim sayabiliriz. Çok net gördüğümüz şey,
hepsinin iktidarla ve onun dünya görüşüyle yakın temas içinde bulunan
kuruluşlar olduğu. Bir tek münferit örnek yok böyle olmayan.
Örneğin, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı Deniz Feneri Derneğiyle, henüz
Deniz Feneri hakkındaki yolsuzluk davası sonuçlanmamışken, şaibeler hâlâ devam
ediyorken bir iş birliği protokolü imzaladı. Ailesinin yanında kalıp sosyal
yardıma ihtiyacı olan çocuklarla ilgili bir protokoldü bu. Bu, vakıflarla iş
birliğinin sadece bir yönü. Bir de “çocuk evleri”nin açılmasının ve
işletilmesinin direkt bu vakıflara, derneklere devredildiği protokoller de var.
DEVLET
VAKIFLARA ‘ETİ DE KEMİĞİ DE SENİN’ DEMİŞ
Bu
protokollerin içeriği ne, ne yapıyor bu dernek ve vakıflar çocuklarla?
Vakıflara hem kurumların binalarının ve fiziki ihtiyaçlarının sağlanması ile
ilgili görevler veriliyor, hem de giderek artan biçimde doğrudan hizmetin
yürütülmesi bu kurumlara devrediliyor.
Bakanlık vakfa “Sen binayı kur, ondan sonraki elektrik, su, kira, eğitim,
sağlık, harçlık gibi ihtiyaçları ben karşılayacağım” diyor. Çocuklara bakım
hizmeti ve eğitimi sunacak görevliler için ise Bakanlığa bağlı personel yeterli
olmazsa, vakıf ve derneklerin uygun göreceği personel, giderleri vakıf ve
derneklerce karşılanmak üzere çalıştırılabilir, diyor. Vakıfların ve
derneklerin önereceği kişiler, personel alımında önceliklidir, diyor. Bakanlığa
bağlı personel niye yetersiz? Çünkü kadro alımı yok. Vakıf ve derneklerin uygun
göreceği personel kim olacak? Mesela öyle bir meslek grubu olmamasına rağmen
protokollerde “değerler eğitimcisi” diye bir şey çıkarmışlar.
Vakfa bağlı
personel çocuklarla ne yapacak? Bakım işlerini mi üstleniyorlar? Eğitimlerini
mi üstleniyorlar?
Çocuklar için sosyal kültürel etkinlikler ve eğitimler organize edilmesinden,
çocuklara rehberlik çalışmaları yapılmasına, hatta “değerler eğitimi”
verilmesine kadar geniş bir alan açılıyor aslında vakıflara. Çocuğu nasıl
yetiştirmek istiyorlarsa kurumu öyle biçimlendiriyorlar. “Değerler eğitimi”
denilen şey, çocuklara yaşamla ilgili, dünya ile ilgili “dini” bir perspektif
sunma, onları dini değerlerle yetiştirme eğitimi. Mesela, değerler eğitimi
denen şey, çocuğa, yaşadığı istismarı “olağan” gösterecek biçimde yapılıyorsa,
çocuklar yaşadıklarını nasıl anlatabilecek? Yaşanan istismarlar nasıl ortaya
çıkarılacak?
İSTİSMARIN
ÜSTÜ ARTIK DAHA ÇOK KAPATILACAK
Bu iş
birlikleri nasıl sorunlar yaratıyor vakıf ve derneklerin işlettiği kurumlarda
yaşayan çocuklar açısından?
Devletin, kendi sorumluluğunda olan bir hizmeti bir vakfa ya da derneğe
devretmesi başlı başına bir sorun. Bunun ayrıca iktidarla yakın ilişkili dernek
ve vakıflar eliyle yapılıyor olması ise sorunu artırıyor.
Ensar Vakfı bunun en net örneği. Denetimden uzak, ne olduğunu, çocuklara nasıl
muamele edildiğini takip edemediğimiz, çocuklara yönelik ihmal ve istismar
olayı ortaya çıktığında çocukların değil vakıf ve derneklerin korunmaya
alındığı bir sistem karşımıza çıkıyor.
Vakıflarla çalışılan bu kurumlarda hem genel olarak taşeron/güvencesiz
çalışanlar, hem de doğrudan vakıf ve dernek tarafından ücretleri, hakları
karşılanan kişiler olacak. Bu kişilerin bu evlerde çocukların uğrayacağı ihmal
ve istismar konusunda kamuya değil, vakfa ve derneğe karşı sorumluluk
duyacaklarını, yaşanacakların üstünün kapatılması eğilimi olacağını,
güvencesizlik nedeniyle sessiz kalma eğilimleri olabileceğini öngörmek zor
değil. Yani çocukların ihmal ve istismar edilmesinin önüne geçecek mekanizma
tümden ortadan kaldırılıyor.
Tablo oldukça
kaygı verici. Ne yapmak lazım çocukları bu vakıfların insafına terk etmemek
için?
Bu tabloyu, son günlerde Boşanmaların Önlenmesi Komisyonunun “nasıl bir aile,
nasıl bir toplum düzeni” istediklerini gösteren önerileriyle birlikte
düşünmeliyiz. Bu tabloyu bu kadar korkunç olmaktan çıkaracak şeyi konuşmalıyız.
Çocukları taşerona ve Ensar Vakfı gibi dernek ve vakıfların vicdanına mı teslim
edeceğiz? Önümüzde memleketin her köşesinden gelen istismar haberleri var. Bu
istismarların gerçekleştiği kurumlara ne yapılıyor? Nasıl denetleniyor?
Denetlendiğinde sonuç ne oluyor? Bu sorulara somut bir yanıt vermek mümkün
değil. Tamamen kapatılıyor toplumun denetimine bu alanlar. Bizim, buralarda
neler yaşandığını ortaya çıkartmak, bu yaşananların bir daha olmaması için
gerekli önlemlerin alındığından emin olmak, çocukların hayatlarının ellerinden
alınmasına izin vermemek için kapalı kapıları açmaya zorlamamız lazım.
KORUYUCU
AİLELERİ DE VAKIFLAR SEÇİYOR
Bir de
çocukların kurum bakımına alınmadığı, koruyucu ailelerin yanına yerleştirildiği
koşullar var. Burada durum nasıl?
Koruyucu ailenin seçilmesi kriterlerinde çok ciddi yanlışlar var. Burada da
Bakanlığın yandaş vakıf ve derneklere görev devrettiğini görüyoruz. Vakıfların
işlettiği çocuk evlerinde kalan çocuklara “gönüllü aileler” bulmak için de
vakıflara derneklere sorumluluk veriliyor. Nasıl yapacak bu işi bu vakıflar,
dernekler? Bu işi yapan vakıfların hangi dünya görüşüyle, iktidarla nasıl bir
ilişki içinde çalıştığı ortada. Dolayısıyla bu vakıf ve derneklerin tercih
edeceği, çocukları yönlendireceği ailelerin de neyle uyumlu olacağı da ortada.
DEVLETİN
DENETİMİ KAĞIT ÜZERİNDE
Son günlerde
sevgi evlerinde yaşanan çocuk istismarı haberleri de duyulmaya başlandı. Gerçek
tablo ortaya çıkabiliyor mu peki? Çocukların neler yaşadığını gerçekten biliyor
muyuz?
Ensar Vakfı örneğinde ne gördük? Bir kurumda yaşanan istismarda öncelikli olarak
korunanın çocuklar değil bu vakıf olduğunu, devletin kendini ve bu vakıfla
kurduğu ilişkiyi korumaya çabaladığını... Bu bile, şu an yaşanan, yaşanmaya
devam eden istismarları çocukların dile getirmesini, çalışanların dile
getirmesini, bilenlerin, duyanların dile getirmesini başlı başına önleyen bir
şey.
Özel olsun ya da Bakanlığa bağlı olsun, ASPB çocukların bakımını üstlenen bütün
kurumlardan sorumlu. Bakanlığın Denetim Hizmetleri Dairesine bağlı denetçilerle
denetleme yükümlülüğü var. Mevzuata göre sosyal hizmet kuruluşları en az iki
yılda bir denetlenir. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı da performans
göstergelerinde denetleme konusunda “Yüzde 100 başarılıyız” diyor. Nedir bu
başarının kriteri? Rakamlar! “Bir yıl içerisinde sorumlu olduğum kurumların
yarısını denetleyeceğim” diye hedef koyup, bunu yapınca “Başarılı bir denetim
mekanizmamız var” diyor. Peki denetlemenin içeriğinde ne var? Hizmet verilen
kuruluşun fiziki koşulları yeterli mi, mevzuata uygun mu, personelin
nitelikleri uygun mu, sunulan hizmetin kalitesi yeterli mi... Denetimlerde de
bunlara çoğunlukla kağıt üzerinde bakıldığını anlıyoruz.
DENETİM
DEDİĞİN BÖYLE OLUR
Çocukların
istismar edilmesinin önüne geçmek, sorunları ortadan kaldırmak için olması
gereken denetim mekanizması nedir?
Bir kuruluşu 2 yılda bir kez, sadece kağıt işlerine bakarak denetleyemezsiniz.
Devletin yükümlülüğündeki kurumlar sadece devlete bağlı birimlerle
denetlenemez. Evet, Bakanlık kendi denetimini yapmalı, ama bu kurumlar alanda
çalışan bağımsız kurumların, hak temelli kurumların denetlemesine ve izlemesine
açık olmalı. Bu çok kritik bir nokta. Fakat Türkiye’deki durum ne? Özellikle
hak temelli bakış açısına sahip bağımsız kuruluşlara tamamen kapalı bir sistem
var.
Bu kurumlarda çocukların hayatları söz konusu. Sadece rutin, önceden bilgi
verilen ziyaretler yetmez, habersiz denetimler şart. Bu kurumlarda kalan
çocuklarla, çalışan personelle yüz yüze gelmek, onlardan bilgi almak önemli.
Denetim için önemli noktalardan bir tanesi de; çocukların bu kurumlara girdikleri
andan itibaren bir hak ihlaline uğradıklarında kime, nasıl başvuracaklarını
bilmeleri, bunun açık olması ve gerçekten de başvurabilecekleri bir
sistem olması. Atlamadan geçmeyeceğimiz bir şey de denetlenmesi gereken
kurumlarda personelin, hiçbir baskı olmadan, bağımsız örgütlenebiliyor
olmasının çok önemli olduğu. Bir kurumda yaşanan istismarı açığa çıkarmak,
mekanizmaları işletebilmek çalışan için de güvenli bir biçimde gerçekleşmeli.
Yaşanan istismarı ortaya çıkardığı için cezalandırılmamalı personel.
Örgütlülüğü yüksek olan kurumlarda ihmal/istismar gibi durumların daha kolay
fark edilebileceğini ve açığa çıkartılabileceğini söyleyebiliriz.