Wednesday, April 3, 2013

Tüketim toplumunda sürekli devrim: yargısız infaz


Tüketim toplumunda sürekli  devrim:

Önyarılarımız kuşatmış yer yerimizi..onunla doğmuş, onunla büyüyoruz..büyüdükçe daha dar yargılar giydiriliyor üstümüze.. Ana-kucağindan askeredek..okudan işyerinedek..vatan, millet sakarya..tüm kutsanmışlıkları sırtlıyoruz. sorumluluk duyuyoruz sırtımıza yüklenenlerden. Kambursuz yaşayamıyacağımız inandırılmış. Aynı mahalle, aynı köy, aynı kasaba ve şehirli olmak.. aynı coğrafyayı paylaşmak güven veriyor..aynı partiden, aynı cemaattan, aynı takımdan olmak güç ve kuvvet veriyor. Tek tip insan kimliğini kuşandığımızın farkında değiliz veya bu kışla bize cennet geliyor. Irkçılık damarlarımıza işlemiş.. asil olan kanımız övgü ranzasının en başında yer alıyor. Sonra toprağımız, bayrağımız, dinimiz imanımız. Bize benzemeyenleri hamur gibi yoğurup kuşa benzetiyoruz.
Karşımızdaki aynı önyargıyla kuşanmamış veya onu yırtıp atmışsa; köle bir ruhla haykırıyoruz..vatan haini, alçak seni..
Gözümüze ilişen, hoşumuza gitmeyen ne varsa elimizin tersiyle bir kenara itiveriyoruz..
Vitrinleri süsleyen ışıklara takılıp, ekranlardaki renklerle sarmaş dolaş olmuş, karanlık bir boşluğa sürükleniyoruz..
Gözümüz ve elimiz arasındaki otomatik kontrol makinası tüm hızıyla reflekse dönüşmüş durumda, itiyoruz, iteliyoruz.. veya çekiyoruz, alıyoruz, bitiriyoruz..
Gördüğümüz herhangi bir nesneden yayılarak burnumuzadek gelen bir koku, yüzümüzün buruşmasına neden oluyor, kokuşmuşluğa endeksli önyargılarımız gene faaliyette..o nesneyi inceleme gereği bile duymadan çalıştırdığımız bu refleks, önyargı belleğinde potalanmış, kotalanmış bekleyişte..
Bir yazıyı okumağa başlamadan, yazarına ve yazının başlığına bakar olmuşuz..Yazarı bizdense, keyifle birkaç cümle okuyup ahkam kesiyoruz ev içi konuışmalarda, kahve köşelerinde.
Bir kişiyi dinlemeden ve anlamağa çalışmadan evvel, onun dış görünüşü, siyasi yelpazedeki yeri ve toplumsal statüsüne göre yargılatıp, hakkında yaratılan olumlu ve olumsuz yargıya göre hareket ederek, o kişiyi ya dışlıyor, ya da tabulaştırıyoruz..
Yemeği tadmadan, kokusuna, salçasına, rengine bakıp burun kıvırır olmuşuz..Lokantanın adı bize çekici gelir olmuş.. hızlı bir tıkınış içersine girmişiz..
İnsana da aynı tavırla yaklaşmayı sürdürüyoruz..
Bilincimiz dışında moda yaratıcılarınca belirlenen bir güzellik tanımına kafayı takmışız..Bildirilen ölçülere uymayanları dışlamakta tereddüt etmiyoruz..Sağlıklı yaşam, yerini “güzelleşme”ye kaptırmış..görünüşe kaptırmışız. Çünkü her an ekranlar pazar ekonomisine yönelik propaganda bombardumanıyla allak bullak olmuş usumuz..
Beğenilerimizin temelini oluşturan değerlendirme, bedenimiz dışındaki araçlar ve otoriteler: radyo, televizyon, gazete, mecmua, internet, devlet tarafından dikte ettirilir hale gelmiş.. reklamlar bilincimiz altında birer programlama işlevi görür olmuş..
Beynimiz, duyu organlarımız, kaslarımız, midemiz ve sevgi damarlarımız sanki başka merkezlerden yönlendirilir olmuş..otomatiğe bağlanmış robotlar haline gelmişiz..
Hastalığımızı ve nedenlerini biliyoruz, tedavi metodları hakkındaki bilgi odaklarının güvenilirliğinden kuşku duyuyorsak, emin olabilmek için araştırma yapmak için kolları sıvıyoruz..Kuşku duymuyorsak, baldan bir bataklığa terkediyoruz kendimizi..kendimizi aldatmakta üstümüze yok. Aldanmamış, açıkgöz olduğumuzun sanısıyla rahatlıyoruz..
Hep haklıyız, haklılığımızı ispatlamak için her türlü zahmete katlanıyoruz, terler döküyoruz..Çocuklarımızı yarış atları gibi yetiştiriyoruz. Onları aldıkları puanla değerlendiriyoruz, sevgiyi disiplin olaral algılıyoruz, saygıyı da. Şartlı refleklerimiz heryerimizi kuşatmış. Pavlovun köpeği haline getirilmişiz.
Devletin üçüncü gözü her zaman üzerimizde..takip edilmek dinlenmek, sorgulanmak günlük alışılagelmiş basit olaylar halinde meydanın en alt manşetinde bile yeralmıyor.
Nasıl düşünülürü düşünmeyi beceremiyoruz.
Beceriksizliğimizi kaba kuvvetle bastırmanın yolunu iyi biliyoruz.
Aynı köyden, aynı aileden askerde iken öldürülene şehit deyip değer verirken; resmi törenler ve madalyalarla bayraklara sarıp son yolculuğuna uğurlarken; dağda iken güvenlik güçlerince öldürülen diğer kardeşe, düşmana bile yapılamayacak muameleyi uygun görüyoruz.. Cenazelerin dini vecibelere göre gömülmesine bile razı olmuyoruz.
Yıllarca süren kirli savaşa dur deyemiyoruz.
Dur deyenleri, barış isteyenleri hainlikle suçluyoruz.
Savaş çıkaranlarla, savaştan nemalananlar aynı şehit cenazesinde boyverirken; acılarımızı yüreğimize gömüp susuyoruz.
Savaşın onbinlerce can almasına, binlerce yaralı sakat, travmalı insan yaratmasına; milyarlarca dolarlık kayıplara, doğanın emeğin tahrip olmasına rağmen, biz susmayı tercih ediyoruz..
Allah devlete millete zeval vermesin! düsturu acılarımızı örtmeğe yetiyor mu.?
Devleti elinde bulunduranlar seni oy, emek ve asker ambarı olarak gördükce, sen ölmeye devam edeceksin, neden öldüğünü bilmeden fail-i belliye gideceksin!
Önce, kendi ruhunu öldürdüğünün, onu kutsal devlet, vatan içinde erittiğinin ayırdına varmalısın. Vatandaş olamadığının gerçeğini görmelisin!
Belki, sonra yargısız infaza boyun eğmemeyi becerebilirsin.

Volkan Kemal
Mayıs 2005