Önyarılarımız
kuşatmış yer yerimizi..onunla doğmuş, onunla büyüyoruz..büyüdükçe daha dar
yargılar giydiriliyor üstümüze.. Ana-kucağindan askeredek..okudan
işyerinedek..vatan, millet sakarya..tüm kutsanmışlıkları sırtlıyoruz.
sorumluluk duyuyoruz sırtımıza yüklenenlerden. Kambursuz yaşayamıyacağımız
inandırılmış. Aynı mahalle, aynı köy, aynı kasaba ve şehirli olmak.. aynı
coğrafyayı paylaşmak güven veriyor..aynı partiden, aynı cemaattan, aynı
takımdan olmak güç ve kuvvet veriyor. Tek tip insan kimliğini kuşandığımızın
farkında değiliz veya bu kışla bize cennet geliyor. Irkçılık damarlarımıza
işlemiş.. asil olan kanımız övgü ranzasının en başında yer alıyor. Sonra
toprağımız, bayrağımız, dinimiz imanımız. Bize benzemeyenleri hamur gibi
yoğurup kuşa benzetiyoruz.
Karşımızdaki aynı
önyargıyla kuşanmamış veya onu yırtıp atmışsa; köle bir ruhla
haykırıyoruz..vatan haini, alçak seni..
Gözümüze ilişen,
hoşumuza gitmeyen ne varsa elimizin tersiyle bir kenara itiveriyoruz..
Vitrinleri
süsleyen ışıklara takılıp, ekranlardaki renklerle sarmaş dolaş olmuş, karanlık
bir boşluğa sürükleniyoruz..
Gözümüz ve elimiz
arasındaki otomatik kontrol makinası tüm hızıyla reflekse dönüşmüş durumda,
itiyoruz, iteliyoruz.. veya çekiyoruz, alıyoruz, bitiriyoruz..
Gördüğümüz
herhangi bir nesneden yayılarak burnumuzadek gelen bir koku, yüzümüzün
buruşmasına neden oluyor, kokuşmuşluğa endeksli önyargılarımız gene
faaliyette..o nesneyi inceleme gereği bile duymadan çalıştırdığımız bu refleks,
önyargı belleğinde potalanmış, kotalanmış bekleyişte..
Bir yazıyı okumağa
başlamadan, yazarına ve yazının başlığına bakar olmuşuz..Yazarı bizdense, keyifle
birkaç cümle okuyup ahkam kesiyoruz ev içi konuışmalarda, kahve köşelerinde.
Bir kişiyi
dinlemeden ve anlamağa çalışmadan evvel, onun dış görünüşü, siyasi yelpazedeki
yeri ve toplumsal statüsüne göre yargılatıp, hakkında yaratılan olumlu ve
olumsuz yargıya göre hareket ederek, o kişiyi ya dışlıyor, ya da
tabulaştırıyoruz..
Yemeği tadmadan,
kokusuna, salçasına, rengine bakıp burun kıvırır olmuşuz..Lokantanın adı bize
çekici gelir olmuş.. hızlı bir tıkınış içersine girmişiz..
İnsana da aynı
tavırla yaklaşmayı sürdürüyoruz..
Bilincimiz dışında
moda yaratıcılarınca belirlenen bir güzellik tanımına kafayı takmışız..Bildirilen
ölçülere uymayanları dışlamakta tereddüt etmiyoruz..Sağlıklı yaşam, yerini
“güzelleşme”ye kaptırmış..görünüşe kaptırmışız. Çünkü her an ekranlar pazar
ekonomisine yönelik propaganda bombardumanıyla allak bullak olmuş usumuz..
Beğenilerimizin
temelini oluşturan değerlendirme, bedenimiz dışındaki araçlar ve otoriteler:
radyo, televizyon, gazete, mecmua, internet, devlet tarafından dikte ettirilir
hale gelmiş.. reklamlar bilincimiz altında birer programlama işlevi görür
olmuş..
Beynimiz, duyu
organlarımız, kaslarımız, midemiz ve sevgi damarlarımız sanki başka
merkezlerden yönlendirilir olmuş..otomatiğe bağlanmış robotlar haline
gelmişiz..
Hastalığımızı ve
nedenlerini biliyoruz, tedavi metodları hakkındaki bilgi odaklarının güvenilirliğinden
kuşku duyuyorsak, emin olabilmek için araştırma yapmak için kolları
sıvıyoruz..Kuşku duymuyorsak, baldan bir bataklığa terkediyoruz
kendimizi..kendimizi aldatmakta üstümüze yok. Aldanmamış, açıkgöz olduğumuzun
sanısıyla rahatlıyoruz..
Hep haklıyız,
haklılığımızı ispatlamak için her türlü zahmete katlanıyoruz, terler
döküyoruz..Çocuklarımızı yarış atları gibi yetiştiriyoruz. Onları aldıkları
puanla değerlendiriyoruz, sevgiyi disiplin olaral algılıyoruz, saygıyı da. Şartlı
refleklerimiz heryerimizi kuşatmış. Pavlovun köpeği haline getirilmişiz.
Devletin üçüncü
gözü her zaman üzerimizde..takip edilmek dinlenmek, sorgulanmak günlük
alışılagelmiş basit olaylar halinde meydanın en alt manşetinde bile yeralmıyor.
Nasıl düşünülürü
düşünmeyi beceremiyoruz.
Beceriksizliğimizi
kaba kuvvetle bastırmanın yolunu iyi biliyoruz.
Aynı köyden, aynı
aileden askerde iken öldürülene şehit deyip değer verirken; resmi törenler ve
madalyalarla bayraklara sarıp son yolculuğuna uğurlarken; dağda iken güvenlik
güçlerince öldürülen diğer kardeşe, düşmana bile yapılamayacak muameleyi uygun
görüyoruz.. Cenazelerin dini vecibelere göre gömülmesine bile razı olmuyoruz.
Yıllarca süren
kirli savaşa dur deyemiyoruz.
Dur deyenleri,
barış isteyenleri hainlikle suçluyoruz.
Savaş çıkaranlarla,
savaştan nemalananlar aynı şehit cenazesinde boyverirken; acılarımızı
yüreğimize gömüp susuyoruz.
Savaşın onbinlerce
can almasına, binlerce yaralı sakat, travmalı insan yaratmasına; milyarlarca
dolarlık kayıplara, doğanın emeğin tahrip olmasına rağmen, biz susmayı tercih
ediyoruz..
Allah devlete
millete zeval vermesin! düsturu acılarımızı örtmeğe yetiyor mu.?
Devleti elinde
bulunduranlar seni oy, emek ve asker ambarı olarak gördükce, sen ölmeye devam
edeceksin, neden öldüğünü bilmeden fail-i belliye gideceksin!
Önce, kendi ruhunu
öldürdüğünün, onu kutsal devlet, vatan içinde erittiğinin ayırdına varmalısın.
Vatandaş olamadığının gerçeğini görmelisin!
Belki, sonra
yargısız infaza boyun eğmemeyi becerebilirsin.
Volkan Kemal
Mayıs 2005