Attila József
11 Nisan 1905
bahar mevsiminin ortalarıydı. Zaten çok fakir olan aileye yeni bir fert daha
katıldı. Yiyecek ekmek bulmakta zorlanan ailesi vardı. Baba sabunculuk
yapıyordu ama kazanç aileye yetmediğinden anne hizmetçilik yapmaya başladı.
Fukaralık iliklerine işlemişti. Çocukların açlıktan ağlamalarına dayanamayan
anne zaman zaman babayla kavga ediyordu. Anne baba arasındaki bu kavga Attila
gibi diğer kardeşlerinde psikolojilerini bozmuştu. Attila daha 3 (üç)
yaşındayken baba evi terk etti ve Amerika Birleşik Devletleri'ne kaçtı. Anne
çalışma temposuna ve bakmak zorunda olduğu 3 çocuğa bakabilmek için elinden
gelen gayretin fazlasını göstermesine rağmen stresine dayanamadı ve hastalandı.
Annesinin
hastalanması üzerine Attila Devlet Çocuk Esirgeme Kurumu tarafından bir aileye
verildi. Çocuk yaşına rağmen domuz çiftliğinde çalıştırılmaya başladı. Evlatlık
verildiği aile Pista adını verdiği Attila'ya hor davranıyor, hakir
görüyorlardı. Annesinde uzak olmak ve onu merak etmek Attila'yı
hırçınlaştırmıştı. Annesinin iyileşmesi üzerine daha yedi yaşındayken evlatlık
verildiği aileden alınarak annesine verildi. Annesine yardımcı olabilmek işin
bulabildiği her işte çalışıyor ve evine ekmek götürüyordu. Sinemalarda su
satıyor, çöp topluyor ve kazanç elde ediyordu.
9 (dokuz) yaşına
geldiğinde içinde ki gelgitler, ani karamsarlıklar ve hayatın yükünü
taşıyamamaya başlamıştı. O yıllarda dünya topyekun savaşa tutulmuştu. Ülkesinin
üzerinde savaşlar geçiyor, toplum gittikçe fakirleşiyordu. İnsanlar yemek için
ekmek bulamazlarken ellerinde olan her şeyi bir başka insan topluluğunu yok
etmek için harcıyorlardı. İlk intihar girişiminde bulunduğunda 9 (dokuz)
yaşındaydı. Fakir ailenin, yokluklar içinde kıvranan çocuğu zengin bir yolu
seçtiğini düşünerek intihara kalkışmıştı.
Bu onun ilk
intihar girişimiydi ama son olmayacaktı. Ömrü boyunca onlarca kez intihar
girişiminde bulundu. Yaşamak zordu ama ölmek de kolay değildi. Ocsöd köyünde
evlatlık verildiği ailenin yanında ayrılalı iki yıl olmuştu ama sıkıntılarında
değişen bir şey yoktu. Yaşı küçük olduğundan da kimse şizofren olabileceğini
düşünmemişti. 14 yaşında annesini kaybedince bir boşluğa daha düştü
Attila annesinin
ölümünden sonra dikkatini okumaya ve yazmaya vermişti. Şiirleriyle mahalli
gazetelerde yer alıyor ve tanınmaya başlıyordu. Artık sokaklarda görenler bu
Attila demeye başlamışlardı. Ülkenin en önemli edebiyat dergisi olan 'Nyugat'
da şiirleri yayınlanmaya başlayınca ilk şiir kitabı olan "Güzellik
Dilencisi" ni yayımladığında daha 17 yaşındaydı. "Güzellik Dilencisi"
isimli kitabında yer alan "Baş Kaldıran İsa" şiiriyle Allah'a hakaret
ettiği gerekçesiyle hakkında dava açıldığında daha lisede okuyordu. Mensup
olduğu toplum dindar bir toplumdu ve buna hazır değildi. Evlatlık verildiği
aile de dindar olmalarına karşın Attila'yı dindar yetiştirmemişlerdi. Yaşadığı
sıkıntıları Allah'ın adaletsizliği olarak görüyordu. Davadan dolayı liseyi
dışarıdan bitirmek zorunda kalmıştı. Liseyi bitirir bitirmez üniversiteye kayıt
yaptırdı. Edebiyat ve Felsefe derslerine devam ederken ikinci şiir kitabı olan
"Haykıran Ben Değilim" i yayımladığında da 20 yaşındaydı. Acılar ve
yokluklar onu iyi bir şair yapmış ve tam bir toplumcu şair olmuştu. Bu
kitabında yer alan bir şiir yüzünden okuldan uzaklaştırıldı. Faşizmin revaçta
olduğu bir ülkede devrimci olarak algılanmıştı. Toplumcu şiirler yazması onun
zatne hedef tahtası haline glmesine yetmişti.
Sıkıntılar ve
dertler yakasını bırakmıyordu. Üniversitedeki bir Profesör tarafından Viyana
üNiversitesine kayır yaptırması sağlandı. Orada da tutunamadı ve yine aynı
yolla Paris'te Sorbonne üniversitesine devam ettiyse de bu iki üniversiteyi de
bitiremeyerek Budapeşte Üniversitesi'ne dönerek eğitimine devam etti. Budapeşte
Üniversitesi'nde okurken ülkenin önde gelen aillelerinden birinin kızıyla üniversitede
tanıştı vesınıfsal farklılığa rağmen aşk yaşamaya başladılar.. Ruhsal durumu
iyi olmayan Attila bir aşkın sancı ve deprentileriyle başa çıkacak güçte
değildi ve bu duygusal yoğunluk hastalanmasına sebep oldu ve hastanede gözetim
altında turuldu.
Daha 25
yaşındayken Komünist Partisi'ne üye oldu. 1930 yılında Macaristan Komünist
Partisi'ne üye oldu. Ülkede faşizmin ağırlığını hissettirdiği dönemde parti
çalışmalarında aktif olarak görev aldı. Kısa süre sonra partiyle fikir
ayrılığına düştü ve sık görülen nöbetleri bahane gösterilerek partiden
uzaklaştırıldı.
1931'de 26 yaşında
ruhsal sorunlar yaşarken yayımlanan "Yaz Geceleri" kitabı sakıncalı
bulunarak hemen toplatıldı. Sürekli koğuşturmalar geçirmesine rağmen toplumcu
şiirlerine ara vermedi. 1932'de "Kenar Mahallede Gece", 1936'da
"Çok Acıyor" adlı kitaplarını yayımladı. 1935 yılında bir kez daha
hastaneye kaldırıldı.
Çocukluğundan beri
defalarca denediği intihar girişimlerinin tanısı konmuş oldu. Şizofreni teşhisi
koyulan Attila József 1937 yılında 3 Aralık'ta kendini bir trenin altına atarak
daha 32 yaşındayken intihar etti.
Attila József
Macaristanın toplumcu ve gerçekçi şairiydi. Dünyaya geldiği ortam onun isyankar
ve devrimci yapmıştı. Faşist bir topluma karşı ezilen halkının yanında olmayı
tercih etmişti. Yazdığı şiirlerden sebep okullardan atıldı. Davalarla
karşılaştı 32 yaşına geldiğinde ise 100 yıllık yaşam sürmüşçesine çileler
çekmiş ve mücadeleler vermişti. Attila József mevcut komünist mantaliteden de
farklı düşünüyordu. Bu sebeple partisiyle ters düşmüştü. Oysa genç yaşına
rağmen partinin en faal üyesiydi. Sistem onu da kahramanlıktan ve lider
olmaktan alıkoymuştu. Daha iyi ve daha güzele ulaşmak için kalemiyle verdiği
mücadele gibi partisiyle verdiği mücadele de engellerle karşılaşmıştı.
Çocukluğundan taşıdığı yük yaşı ilerledikçe ağırlaşmış ve şizofrenik bir karamsarlıkla
hayatına son vermişti. ALINTI
TERTEMİZ YÜREK
Ne anam var, ne
babam.
Ne yurdum var, ne
tanrım.
Ne beşiğim var, ne
kefenim.
Ne sevgilim, ne
aşkım, ne evim barkım.
Tam üç gün var
açım,
komadım ağzıma bir
lokma.
Veririm ömrümün
yirmi yılını,
gücümü kuvvetimi,
varımı yoğumu.
Kim alacak onları?
Hiç kimse.
Şeytan isteyecek
onları benden.
Bu tertemiz
yüreği, bu iyi kalbi
Ne diye çalıp
öldürmemeli?
Alacaklar gelip
bir gün beni,
koyacaklar kutsal,
karanlık toprağa.
Gelecek bir ot
uzanacak alacak
şu güzelim
yüreğimden gücümü.
FLORA
Şimdi iki
milyarlar zincirlemek için beni
Benden bir çoban
köpeği yapmak niçin kendilerine
Fakat iyilik, şefkat ve nicelik duyguları
Göç ettiler
onların dünyasından Güney'e.
Artık ışık içinde
göremiyorum bu dünyayı
Göremiyorum ,
deney tüpüne bakan bir doktor rahatlığıyla
Diz çöküyorum,
haykırıyorum yenilgimi
Sevgilim, bir an
önce gelmezsen yardımıma
Köylü nasıl
toprağa muhtaçsa
Yağmura, güneşe
nasıl muhtaçsa, muhtacım sana
Bitki nasıl ışığa
muhtaçsa
Ve klorofile,
fışkırmak için topraktan,
Muhtacım sana, çalışan kalabalık
Nasıl işe, ekmeğe,
özgürlüğe muhtaçsa
Ve nasıl avuntuya
muhtaçlarsa kuşatıldıklarında
Çünkü gelecek
doğmadı daha acılarından.
Bir köye nasıl
okul, elektrik
Su, taştan evler
gerekliyse
Çocuk nasıl
gereksenirse oyuncaklara
Isıtan bir sevgiye;
İşçi için bilincin
Ve gözüpekliğin
anlamı neyse
Yoksul için
onurun;
Ve bulanık
çocuklarına bu toplumun
Bir hayat çizgisi
nasıl gerekliyse
Ve nasıl
gerekliyse hepimize
Akıl, uyanıklık,
yol gösteren bir ışık
Flora! Yüreğimde
yerin işte öyle.
BİR İSPANYOL
ÇİFTÇİSİNİN MEZAR TAŞI
İlençli bir asker
olayım diye askere aldı beni Franco,
Kaçmadım,
korkuyordum çünkü, adamı kurşuna dizerlerdi.
Korkuyordum -
özgürlüğü, hakka karşı geldim bu yüzden
İrun varoşları
altında. Ama ölüm yine yakamı bırakmadı işte.