Tuesday, September 29, 2015

Özyönetim Üzerine...İsmail Beşikci

Rus yönetimi bizim dilimizi, Leh dilini yasaklamıştı. Leh Diliyle konuşmak, yazmak yasaktı. Dersler Rusça veriliyordu. Leh diliyle hiçbir söz söylenmezdi, Leh dili kullanılarak hiçbir cümle kurulmazdı.

Yayınlanma: 29.09.2015 | 11:56
Son bir - bir buçuk ay içinde, Halkların Demokrasi Partisi, Demokratik Bölgeler Partisi, Kürdistan’ın birçok şehrinde özyönetim ilanları yaptı. Varto, Cizre, Yüksekova,  Silvan, Hizan, Sur (Diyarbakır) gibi şehirler bunlar arasında sayılabilir. Özyönetim ilanları üzerine,  birçok alanda gözaltılar, daha sonra da tutuklamalar gerçekleşti.  Halkların Demokrasi Partisi’nden  (HDP),  Demokratik Bölgeler Partisi’nden (DBP),  Halkların Demokratik Kongresi’nden  (HDK),  Demokratik Toplum Kongresi’nden, (DTK),  Kürdistan Topluluklar Birliği’nden  (KCK) birçok kişi gözaltına alındı. Gözaltına alınanların büyük bir kısmı tutuklandı. Bazı alanlarda eş başkanlar birlikte tutuklandı.
Bunun yanında, Kars, Ağrı, Doğubeyazıt, Erzurum,  Muş, Bitlis, Siirt, Hakkari, Van, Nusaybin, gibi pek çok alanda, İstanbul, İzmir, Mersin, Adana gibi şehirlerde,  yine Kürdlere ilişkin gözaltılar, tutuklamalar oldu.
Şöyle düşünelim: Gözaltına alınanlar veya tutuklananlar,  karakolda veya polisde,  sonra,  Cumhuriyet Savcılığı’nda, daha sonra da mahkemede,  sonra da, cezaevinde… her yerde,  Kürdçe konuşuyorlar. Düşüncelerini, örneğin özyönetimle ilgili düşüncelerini Kürdçe açıklamaya çalışıyorlar…
Ve bunun sistematik olarak yapıldığını, Varto’da, Silvan’da, Yüksekova’da, Ağrı’da,  Bitlis’de, Cizre’de, Muş’da,… Her yerde yapıldığını, sürekli olarak yapıldığını düşünelim. Bu süreç nasıl bir etki yaratır?
Kanımca, bu koşullarda, Kürdlerin, Kürdistan’ın önünü açacak olan süreç budur. Sağlıklı bir özyönetimi getirecek olan süreç de budur. Böyle bir sürecin hayatın her alanına egemen kılınması elbette çok önemlidir. Karakolla, savcılıkla, mahkemeye, cezaeviyle sınırlı tutmak yeterli değildir. Ama, bu ortamda, bu koşullara, karakolda, savcılıkta mahkemede vs. böyle bir sürecin yaşanması önemlidir.
Aslında, doğal olarak yaşanması gereken süreç budur. Fakat, HDP’deki, DBP’deki ‘Türkiyelileşme’ anlayışı, gerillanın eğitim ve öğrenim dilinin  Kürdçe olmaması,  bu ilişkileri belirsiz kılmakta, bulanıklaştırmaktadır. ‘Türkiyelileşme’nin Kürdistani değerlerden kopma anlamına geldiğini vurgulamak gerekir.
Özyönetim, yerellikle ilgili bir kavramdır. Merkezi yönetimin hangi yetkilerini yerel yönetimlere bırakacağı ile ilgilidir. Dünyadaki uygulamalara baktığımız zaman,  eğitim, sağlık, bayındırlık, barınma, asayiş konularının yerel yönetimlere bırakıldığı görülmektedir. Bu da merkezi yönetimle yerel yönetimler arasında bir anlaşmayı gerekli kılar. Bu anlaşmada merkezi yönetim, hangi yetkilerini yerel yönetimlere bırakacağı belli eder. Bu, özyönetimin tek taraflı bir iradeyle açıklanamayacağı anlamına gelir.
Bu süreç nasıl yaşanacaktır? Elbette, siyaset kurumunu etkin kılarak, siyasal çalışmalar yaparak yaşanacaktır.
7 Haziran 2015 Genel Seçimleri’nde, Halkların Demokrasi Partisi, 6 milyona yakın oy almıştır. TBMM’de, 80 milletvekili ile temsil edilmektedir. Önümüzdeki 1 Kasım 2015 Genel Seçimleri’nde de benzer bir sonucun ortaya çıkması büyük bir olasılıktır.  HDP’nin yüzün üzerindeki, belediyede ağırlığı vardır.  Bunun yanında, Kürdler, sivil toplum kurumlarında örgütlüdür. Basın sektöründe Kürdlerin sesi duyulmaktadır. Kürdlere, bu arada, HDP’ye yakın olan gazeteler, radyolar, televizyonlar vardır. Bu koşullarda, siyaset ön plana çıkarılmalıdır. Milletvekilleri,  siyasal partilerin yöneticileri, sivil toplum yöneticileri vs. konuşmalıdır.  Siyasetin önünün açılması gerekir.  Siyasal mücadelenin etkin bir şekilde yürümesi için, elverişli bir ortamın yaratılması gerekir. Gerek devlet-hükümet, gerekse, HDP, Kürdler,  gerekse, Qandil, böyle bir ortamın yaratılması yolunda çaba göstermelidir.
Özyönetimin merkezi yönetim ile yerel yönetimler arasında, yapılacak bir anlaşmayla kurulacağını söyledik.  Devler-hükümet, böyle bir anlaşmaya yanaşmazsa ne olur?  Devlet-hükümet, Kürdlerin ileri sürdüğü taleplere cevap vermezse ne olur? Merkezi yönetim anlayışından taviz verilmezse, adem-i merkeziyete eğilim gösterilmezse ne olur?
Devlet-hükümet, Kürdler için okul açmayabilir, Kürd diliyle eğitim verecek bir okulu açmayabilir. O zaman da Kürdlerin her evi bir okul yapmak için çaba göstermesi gerekir.
İşte bu noktada,  Madame Curie’nin anlatımlarına bakmak gerekir:  Marie Curie’nin  (1867-1934) 1911 de Nobel Kimya Ödülü’nü kazandığını hatırlatalım.  1903’de de,  kocası Pierre Curie  (1859-1906)  ve Henri Becquerel’le  (1852-1908)  Nobel Fizik Üdülü’nü, paylaştığını belirtelim.
Polonya, Kürdler/Kürdistan gibi, tarih boyunca birkaç defa bölünmüş, parçalanmış, paylaşılmıştır. Polonya’nın toplumsal ve siyasal tarihinin,  Kürd/Kürdistan tarihini çağrıştıran bir boyutu var. Polonya,  1870’lerde yine böyle bir durumu yaşamaktadır.  1870’lerde, Polonya’nın bir kesimi Avusturya-Macaristan İmparatorluğu, bir kesimi Rus İmparatorluğu,  bir kesimi de Alman İmparatorluğu tarafından işgal edilmiştir.
Marie Curie 1970’lerde, 8-10 yaşlarında bir çocuktur. Yaşadığı bölge de Rus İmparatorluğu’nun denetimimi altındadır. Marie Curie, o yılardaki eğitim-öğrenimle ilgili olarak şunları anlatmaktadır:
Rus yönetimi bizim dilimizi, Leh dilini yasaklamıştı. Leh Diliyle konuşmak, yazmak yasaktı. Dersler Rusça veriliyordu. Leh diliyle hiçbir söz söylenmezdi,  Leh dili kullanılarak hiçbir cümle kurulmazdı. Bazan sınıfa, denetim yapmak için, öğretmenlerden başka, Rus subayları da giriyordu. Bazan Rus subayları, dersin ortasına birdenbire sınıfa girerlerdi.
Ama biz Leh çocukları, ders bitip teneffüs başladığı andan itibaren yani, öğretmen sınıftan çıkar çıkmaz, kendi aramızda Leh diliyle konuşmaya başlardık. Evlerde hazırladığımız Lehçe yazıları birbirimize gösterirdik. Lehçe yazılı defterleri ve kitapları özenle saklardık. Teneffüs bitip,  öğretmen sınıfa girer girmez, Lehçe kitaplarımızı ve defterlerimizi,  sıralarımızda ve çanlarımızın gizli yerlerinde saklamaya çalışırdık.
Biz Leh çocukları, sabah evlerden okula gelirken, akşam, okuldan evlere dönerken, kendi aramızda hep Leh diliyle, kendi dilimizle konuşurduk. Bu konuşmalarda,  Rus diline katiyen yer vermezdik. Evlerden okula gelirken, okuldan evlere dönerken gruplar halinde olmaya özen gösterirdik.
Herkes, o akşam, kendi evinde, kendi sokaklarında veya mahallelerinde olup bitenler hakkında, arkadaşlarına bilgi verirdi. Böylece, herkes, şehirde, bölgede olup bitenler hakkında, Leh-Rus ilişkileri hakkında  bilgi sahibi olurdu. Polonyalılar, Rus yöneticilerle ilişki kurmamaya özen gösterirlerdi.
İşgalci Rus yöneticiler, bizim dilimizi yasaklamışlardı.  Lehçe konuşmak, yazmak yasaktı.  Ama, Leh diliyle ilgili olarak her ev bir okuldu. Aileler, Leh dilinin, genç kuşaklar tarafından öğrenilmesi, konuşulması, yazılması için yoğun çaba içindeydi. Polonya özgürlüğüne böyle bir bilinçle kavuştu.
Bütün bunları, Marie Curie’nin kızı Eva Curie anlatmaktadır. Eva Curie, Madame Curie, Çev. Mebrure Sami Koray, Remzi Kitabevi, 1946, İstanbul
Bir Gözlem
Diyarbakır’da, Sur’da, Kayapınar’da,  Van’da, Batman’da, Nusaybin’da, Muş’da, Yüksekova’da, Bitlis’de, Tatvan’da vs. sokak aralarında dolaşalım. Sokaklarda, evlerini önlerinde oynayan çocukları izleyelim. Bu çocukların, oyunlarında, birbirleriyle nizahlarında, kavgalarında… hangi dili kullandıklarına dikkat edelim.  Eğer bu dil Kürdçe değilse, Kürdler/Kürdistan çok büyük bir tehlike ile karşı karşıyadır.
50, 60-70 yaşındaki kişilerin, yaşlı Kürdlerin,  kahvehanelerde, evlerinin önlerinde, sokak başlarında vs. oturup birbirleriyle Kürdçe konuşmaları elbette iyidir ama belirleyici değildir. Çünkü geleceği belirleyen çocuklardır. Kürd çocukların Kürdçe okuyup yazmaya bilmemeleri elbette çok büyük bir sorundur. Bu, Kürd siyasal partilerinin, Kürd sivil toplum kurumlarının,  belediyelerin vs.  yakından ilgilenmesi gereken bir konudur.
İsmail Beşikci

Thursday, September 24, 2015

Cats, Beavers & Ducks

The perks of being a wildlife photographer.

Thursday, September 17, 2015

Sanatçı Olmak Veya Biraz Çingene Olmak


SANATÇI OLMAK VEYA BİRAZ ÇİNGENE OLMAK
İlke Veral “Çerçevedeki Öyküler” :
“Ben Çingenelerle oradan oraya sürüklenmek isteyen bir çocuktum hep.” Jill Freedman

Yeryüzünün hangi sanatsal döneminde sanatçı, izleyicisi ve sanatına malzeme ettiği insanları kendisi ile aynı düzlemde tuttu? Ya sanat tüketicisi, sanatçıyı gerçekten hep beğenerek mi alkışladı? Soruların yanıtlarını ararken karşımıza ne yazık ki olumlu bir tablo çıkmıyor. Sistem, bir biçimde insanları gruplaştırarak ve birbirleriyle çatıştırarak, bir başka deyimle yabancılaştırarak uygarlığı yarattı.

Uygar yaşam elbette bazı değerleri değiştiriyor. Sanat ve sanatçıyı 18. Yüzyıl değerlerinden ayrı bir noktaya taşıyor. Bu noktada sanatçı, artık o ulaşılmaz, tanrısal kimliğini gözle görülür derecede yitirir oldu.

Sanatçı kimi zaman toplumsal sorunlara, çağın yapılandırdığı bunalıma değinirken, kimi zaman da sanki hayat bambaşka biçimde dönüyormuş gibi düşsel bir evrenin içine izleyicisini hapsederek sorunlarını unutturacak ölçüde dış gerçeklikten uzaklaştırır”¦ Ve tüm bunları estetik bir çaba içinde gösteren sanat işleri ile gerçekleştirir. Dış dünyadan sıyrılmayı, izleyicisini büyülemeyi, beğenilmeyi arzu eder. Öte yandan kendisi hikâyenin neresindedir, yansıttığı sancıyı ne kadar içselleştirmiştir?

Ancak ilginçtir ki kendisini ayrı bir noktada tutan sanatçı, yine asla izleyicisi ile ürününün malzemesi olarak gördüğü insanları ile barışık da bulunmaz. Sanatsal işlerini sergilerken, tüketicisine, ürününü sunar, “ bakın bunlar işte böyleler” der, ama kendisi ne onlar gibidir ne de izleyenler gibi. O; yabancı, yalnız, ayrıksı, bir ötekidir”¦ Kendi ile onlar arasında hep bir mesafe vardır”¦ Kimi zaman izleyicisini gösterdiği olaylara ve durumlara karşı duyarsızlıkla suçlar gibidir. “Bakınız ey duyarsız insanlar, burada yaşanan hayatların ben farkındayım ve siz hala göremiyorsunuz” der. Kimi zaman da yarattığı o harika dünyanın büyüsüne insanları toplamak ve tapınılmak ister”¦

Büyük fotoğrafa baktığımızda sayısız bienalleri, ödülleri, sergileri, kokteylleri ve artan entelektüel mafyayı görüyoruz. Yine bakıyoruz sıradan izleyicisi ile asla sahici dostluk geliştiremeyen sanatçı, kendi meslektaşlarıyla da barışık değil. Rekabetin değişmez bir zemin olarak yer aldığı bu dünyada birbirlerinin eserlerine karşı objektif bir sanat tüketicisi olamıyorlar ne yazık ki.

Kanımca bu noktadan bir adım öteye gidebilmek için sanat üreten kişi okumak zorundadır, dünyayı anlamak zorundadır ve iddia ettiği yeninin, eskiden günümüze kadar geldiği süreci iyi bellemeli ve onun üzerine yeni bir şey yazdığının bilincinde olmalıdır. Diğer bir deyişle bu zor farkındalık yolculuğundan geçmelidir sanatçı ilk önce”¦ Bu iflah olmaz kendini beğenme tutkusundan vazgeçebilen, düzenin neresinde durduğunu bilen, üretirken kendini daima besleyen ve diğerleri ile yan yana duran, yukarıdan bakmayan ve kürsüde olup tapınma beklemeyen bazı sanatçılar da var elbette tüm bu genellemeden sıyrılan”¦

Proje danışmanlığını yapmaya kendi isteğimle karar verdiğim Birol Üzmez, yeni bir sergiye hazırlanıyordu. “Roman Kahramanları” adını verdiği fotoğraf sergisinde Çingeneler, onun kendisini arka planda tutup bize gösterdiği kahramanlarıydı”¦ Son derece coşkulu, desteğe açık, kendi adına hiçbir ego-fayda beklemeyen tavrı ile sıcak, keyifli bir çalışma gerçekleştirdik. Tüm fotoğraflarının seçimi, tonlamaları, gösterisi, kavram metni ve sergisinin baskıya hazırlanması için çalışırken ben de onun kahramanları ile tanıştım.

Sergi açılışını elit bir galeride sadece sanat izleyicisine hitaben yapmak istemiyordu. Çingenelerle uzun süredir birlikteydi ve sergiyi de neredeyse onlarla yaşadığı mahallede ve onlarla kol kola yapmayı tercih ediyordu. Açılış günü dar sokaklardan geçerek biz de ilk defa o mekâna girdik ve sokağın başından hissedilen müzik, alkışlar, fotoğraflarından tanıdığım gülümseyen yüzler, kanlı canlı karşımızdaydı. Bir sanatçının sergisi değil, adeta onların şenliği ve bayramıydı. Her şey kendi doğallığında gelişiyor ve sokakta müziğin ritmi ile ortaya atılan, her zamanki gibi nazlanmadan oynayan Çingeneleri ve fotoğraflarını, Birol da bizlerle birlikte keyifle izliyordu. Projesinin yüzlerini oluşturan Çingeneler ve izleyicileri ile bu şenlik içinde alçak gönüllü bir sahicilikle kucaklaşıyordu. O, insanların yaşamlarını gösterip kendini farklı bir noktada tutmanın peşinde değildi, tam tersine o gün sadece onları mutlu etmenin peşindeydi”¦ Çocuğunu kucağına kaptığı gibi sergiye koşan kadınlar, sokakta oynayan çocuklar, evinin penceresinden coşkuya katılan yaşlı teyzeler, amcalar, son derece dikkat ve neşe içinde duvardaki fotoğraflarını izlerken aralarında konuşuyorlar “”¦ A be baksana bu bizim kalaycının karısı değil mi? Ya da”¦ Aman be yav beri bak resimde ben de çıkmışım” Salonda, Roman müzikleri eşliğinde 200 fotoğraflık gösteri başladığında ise yine sevinç ve pür dikkat izlerlerken kulağıma “ film gibi çok şugar olmuş, keşke benim nişanıma da gelse” gibi sesleri geliyor ve düşünüyorum, hangi izleyici bir sanat eserinin bu kadar içine girebilir ve sanatçıya bu kadar müteşekkir bakabilir? Sokaktan ayrılırken kulağımdaki müzik, zihnimdeki görüntüler ve içimdeki odaları boyayan renkleriyle artık ben de bir yanımla Çingene’ydim.

İlke VERAL Fotoğraflar: Birol ÜZMEZ
 






Monday, September 14, 2015

Efsaneleşmiş 32 Siyah Beyaz Fotoğraf


morgan-liam-ve-michael
En çok bilinen ve ikonlaşmış aktörlerin ve müzisyenlerin fotoğraflarını çekmek, Hollywood’un parlak ışıkları ve sahnesinin dışında, onların kişilikleri hakkında farklı şeyler öğrenmenize yardımcı oluyor.
Marlene Dietrich, James Franco, Robert Downey Jr., Hugh Jackman, Sting, James Hetfield, Fred Durst, Marilyn Manson, Ozzy Osbourne, Robert Redford, Paul Newman, Bruce Willis, Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone, Gerard Depardieu Michael Caine, Morgan Freeman, Liam Neeson gibi yıldızlar aşağıda sıralanmış durumda.
Çekilen bu fevkalade fotoğraflar, onların benzersiz kalitesini ve özgün kişiliklerini bu fotoğraflarda öne çıkarıyor.
Bu fotoğrafları çekenleri takdir etmek isterdik fakat, son zamanlarda bu fotoğraflar web ’de dolanıyor ve kimin hangi fotoğrafı çektiğini bilmek gerçekten çok zor. Linkler bozuk, isimler unutulmuş ve ya bu fotoğrafları çekenler tamimiyle kayıp. Eğer kim olduklarını biliyorsanız bize söyleyin ve ekleyelim.
Bence bu benzersiz fotoğrafları çektikleri için büyük övgü hak ediyorlar.

1. Iggy Pop & Johnny Depp

iggy-pop-johnny-depp

2. James Hetfield, Fred Durst, Marilyn Manson, Ozzy Osbourne

james-hetfield-marilyn-ozzy

3. Willem Dafoe

willem-dafoe

4. Liza Minnelli

liza-minnelli

5. Salvador Dali

salvador-dali-siyah-beyaz-2

6. James Franco

james-franco

7. Robert Downey Jr., Hugh Jackman, Sting

robert-downey-hugh-jackman

8. Bruce Willis, Arnold Schwarzenegger, Sylvester Stallone

bruce-arnold-sylvester

9. Clint Eastwood

clint-eastwood-siyah-beyaz

10. Freddie Mercury

freddie-mercury-siyah-beyaz

11. Matthew Perry and Jennifer Aniston

matthew-jennifer-aniston

12. Christopher Walken

christopher-walken-siyah-beyaz

13. Gerard Depardieu

gerard-depardieu

14. Robert Downey Jr.

robert-downey-siyah-beyaz

15. Bob Marley and Mick Jagger

bob-ve-mick-jagger

16. Robert Redford and Paul Newman

robert-redford-paul-newman

17. Marlene Dietrich

marlene-dietrich-siyah-beyaz

18. Anthony Hopkins

anthony-hopkins-siyah-beyaz

19. Danny Trejo

danny-trejo-siyah-beyaz

20. Adriano Celentano

adriano-celentano

21. Big Jay McNeely

big-jay-mcneely

22. Mickey Rourke

mickey-rourke

23. Marlon Brando

marlon-brando-siyah-beyaz

24. Edward Norton and Brad Pitt

edward-norton-ve-brad

25. James Dean

james-dean-siyah-beyaz

26. Al Pacino

al-pacino-siyah-beyaz

27. Javier Bardem

javier-bardem

28. Tim Roth

tim-roth-siyah-beyaz

29. Stephen Fry

stephen-fry-siyah-beyaz

30. Alain Delon

alain-delon-siyah-beyaz

31. Heath Ledger

heath-ledger-siyah-beyaz

32. Michael Caine, Morgan Freeman, Liam Neeson

morgan-liam-ve-michael
ALINTI